Gittiğinden beri toparlamaya çalışıyorum bıraktığın yıkıntı aşkımızın altında ezilen hayatımı… Senin ayrılığa yakınlığın bana olan uzaklığına denkti. Kalman için sebepleri sayarken sen gitmek için bahaneler yarattın. Sorduğun soruların yüklemini duymadan uzaklaştın. Her adım uzaklaşırken benden, senin kalmak için çabaladığını ve asıl benim gittiğimi inandırdın bana… Haklıydın aslında, sana kurduğum cümleler “el” gibiydi, lakin seni “ben” gibi sevdim… Kuramazdım seni anlatmaya çalışan kelimeleri. Sen dilimden çıkacak “seni seviyorum” cümlesini beklerken. Ben sana gözlerimle destanlar yazmıştım.
Öyle ya unutmuşum. Zira sen aklımın bir ucunda uzun zamandır kullanmaya korktuğum kelimelerimin en güzeli idin. Ne telaffuz etmeye yüzüm var ne de dilimle ifşa etmeye…
Gidişlerinin sebeplerini şimdi daha iyi anlıyorum. Biz doğru aşkın yanlış insanlarıydık. Çünkü biz aklımızla değiş göğüs kafesinde tutsak olan kalbimizle sevdik birbirimizi. Şimdi sana her zaman yaptığın gibi gitmek yakışır. Benden çaldığın mutluluklara “kader” deyip geçeriz nasılsa. Şiirlerim arasına sıkışmış aşkımı ardımda bırakarak şair ceketimi giyip sokaklara çıkma vaktim geldi. Artık beni sahiplenecek zifiri karanlığımla isyanımı duyacak yıldızlarım var.
Her şey bir yana farklı yollar uğruna aynı durakta buluşmak ve seni tanımak güzeldi. Sen; saçının her bir kıvrımında cenneti gördüğüme inandığım sevgili, bu şehirde biraz yorgun biraz mutsuz en çok da sensizim. Kim bilir belki de melekler kıskanmıştı aşkımızı. Ya da ben Her gece yıldızların altında adını gökyüzüne haykırabilecek kadar cesaretli olup da gözlerinin içine bakıp seni seviyorum diyemeyen bir âşıktan öteye geçmeliydim.
Ve şimdi Kasım’daki aşkın hasat vakti. Hoşça kal bana kokusuyla cenneti getiren kadın. Her ne kadar Seninle yeniden doğuyor olsam bile ölüm sebebim hep sen oluyordun. Ben gülüşüne esir düşmüş bir köleydim ve şimdi sensiz, tutsak olmayı göze almış avareyim. Senin geçtiğin sokaklardan geçmeye utanır oldu bedenim. Artık gidiyorum hoşça kal, en azından seni sevenler için…