“Düşdük katî çokdan heves-i devlete ammâ
Ol dâiye-i dağdağa-fermadan usandık”
Nabi*
Bezginliğin boyunduruğu altındayız. Geçmiş zamanın miadı dolmuş boşunalığının külliyatı, gelecek olası anların her şeyin mezarlığındaki sükûtu bekleyişi ve tarihin oluş halinin ağır yükü, bıkkınlığımızın kaynağıdır. Maskeli aktörler, kadim rolleri oynamaya hazırdırlar.
Ayan gerilemeyi gören bizler, hayal kırıklığımızı tüm romantizmiyle yaşarken, başka formların doğumu ve hayatı geliştirmeyi sağlayan tükenişle dövüşmemeliyiz. Ki biliyor oluşumuz, umudu yahut çabayı değil, yalnızca görmeyi sağlar.
Çağdaş kaosun, dengesizliğin nedeni nedir? Ortadoğu’daki sınırları belirleyen, Afrika değil de, neden Batı kuvvetleri olmuştur? Güneş sistemine keşif aracı yollayan, neden Asya’da yaşayan halklar olamamıştır? (Özelde: Türkiye’de yaşanmakta olan değişimin sebebi ne?) Farklı iklimlerde yaşanan hayatlar, hangi özellikleri nedeniyle diğerlerinden gelişmiş konumdadır? Geçmişten bugüne var olduğu tahmin edilen 106 Milyar insanın, yaşadıkları dönemde, maruz kaldıkları dengesizliklerin nedeni nedir?
Elimizdeki bu tamamlanmış yapbozun parçalarını tek tek incelersek, cevap tarih öncesinden şimdiye, büyük bir evrim tarihini ortaya koyarak, gelişmek için basit temel şartlara sahip olmanın gerekliliğini açıklar.
MÖ 100 bin ile 50 bin yılları aralığında, dilde gerçekleşen, fiziksel gelişmeyle de desteklenmiş “büyük sıçrama”, insanlığın avcı-toplayıcı olduğu zamana denk gelir. Ogünlerden bugüne mağara resimleri kalmıştır ve bu aralıkta değişim yavaş seyretmiştir.
Günümüzden 13 bin yıl öncesinde, yaban bitki ve hayvanların yetersizliği, kazanılan toplama, saklama ve işleme kabiliyetindeki başarı ve nüfustaki artış yerleşik hayata geçişi hazırlamıştır.
İlk kez yerleşik hayata geçerek, üretmeye başlayan insanlar bugün Ortadoğu denen coğrafyada yaşadılar. Karbonhidrat, yağ, protein, ulaşım, giyecek, yük taşıma ihtiyaçları üreterek karşılandı ve nüfus patlaması yaşandı. Nüfusun artması, yeni buluşları, karmaşık sosyal örgütlenmeleri ve hastalıkları beraberinde getirdi.
Avustralya değil de neden Ortadoğu? Yanıt, dini yahut ırksal değil, evrimin ortamıyla ilgilidir, oradaki çevre buna müsaittir. Doğa, insanı ve çevresini beraberce evrimleştirmiştir. Bugün dahi tükettiğimiz 12 besinden 8’inin menşei bu coğrafyadır ve çoğu burada evcilleştirilmiştir. Bu demektir ki Ortadoğulular (ve hemen menşeli olarak Avrasyalılar), diğerlerinden daha önce silâh, bağışıklık sağladıkları hastalıklar, ileri teknolojik materyaller ve gelişmiş sosyal yapıya sahip oldular.
Avrasya kıtasının doğu-batı eksenli uzanması, benzer enlemlerde: benzer iklimsel değişimler, gün uzunlukları, hastalıklar, sıcaklık, yağış ve biyomlar; tüm farklılıkları, çeşitli olarak ihtivayı büyük coğrafyasında mümkün kıldı. Yazı, tekerlek, alfabe gibi icatlar, evcilleştirilen bitki ve yahut hayvanlar bu benzer büyüklük sayesinde hızla yayıldı. ( MÖ 3000’de Sümerle, zaman sonra bağımsız olarak, Amerika kıtasında, MÖ 600’de Mayalıların yazıyı bulması gibi, yerelde evrim dünyanın her yanında sürmekteydi ve bu insan doğasının evrenselliğinin örneklerindendir.)
İcatların yayılmasıyla yaratılan ihtiyaca, halkların verdiği karşılık, onların karakterlerini inşa etti ya da yok olup gittiler. Bunu belirleyen etkenlerse, bir önceki aşamada kazandıkları puana bağlıydı: yeniliği sağlayacak mucitlerin ortaya çıkabileceği kalabalık nüfus, uzun yaşam, gelişmiş sosyal yapı, edinilmiş karakter veya ideoloji, akılcı bakış, hoşgörü, iklim, kaynak, dini yaklaşım ve bilinemeyen diğerleri.
Kalabalıklaşan, hacmi katlanan toplum merkezîleşmek ve örgütlenmek zorundaydı. Kurumsallaşan din, farklı olanların birbirini öldürmeden bir arada tutup, kişileri bireysel çıkarları dışında da ölebileceklerini doğrultusunda güdümlerken; merkezîleşen gücü elinde tutan yöneticiler: halkı değil, seçkinleri ihya ederek, toplananı mevcut hali bozmayacak şekilde pay etme ve düzeni kurup, şiddeti durdurmakla, gücü mutluluk için kullanmakla görevliydiler.
Üstün teknolojiye sahip olma ya da geliştirme etkenlerinde hâsıl olan zaaflar, elbette karşılığını buldu. İklimi değişimler, doğal kaynakların tahribi, iç politik meseleler veya kararlar, feth edilecek son nebatın fethi ve tüm gücün tek merkezde toplanması gibi başlıca sorunlar, oyunda yeni bir dönemi işaret etmekteydi.
1500 yılına gelindiğinde Çin, Kuzey Amerika’dan daha zengin ülkelerden biriydi. Ancak 1970 yılında bu oran 20 katıyla Amerika lehine gerçekleşti ve bugün 1800 sonrasında kazanılan dünya servetinin üçte ikisi batı kuvvetlerindedir.
Gemileri, pusulaları, harita bilgisi, yazın, matbaa makineleri, silâhları, gelişmiş kavramları, karmaşık sosyal örgütleri olanlar eski zamanların, avantaj sağlayan geliştirici uygulamalarını güncelleyerek yeniden keşfettiler.
ABD, 2011 yılı itibarîyle 5 kat, yakın zamanda 2,5 kat daha Çin’den zengindir ancak 2016 yılında Çin’in gerisinde kalacağı tahmin edilmekte.
1731’de yayımlanan bir kitapta, İbrahim Müteferrika, sorduğumuz sorulara şu cevabı veriyor: “Çünkü onların kanun ve kuralları vardı. Bir sebepten keşfedilen, kanun ve kurallar.” Osmanlı’ya matbaayı bahşeden bu adam, yazıda açıkladığımı düşündüğüm nedenleri dâhice öngörmüştü.
Artık biliyoruz ki medeniyet yalnızca bir ırka, tek bir dine özgü değildir. Gerekli temel kuralları yerine getiren her halk bu işi başarabilir. Müteferrika’nın bahsettiği gibi, gereken, oyunun her seviyesinde farklılaşan, birbirini tamamlayarak bizi bir sonraki seviyeye hazırlayan kurallardır.
Bunlar gelişmişliğin 10 uygulaması: İleri bilimle desteklenmiş sanayi inkılâbı, özgür rekabet ortamı, mülk ve buluş hakları, zengin sermayeye sahip burjuva, gelişmiş tıp, demokrat ya da yıkıcı olmayan despotlar yönetimi, düşük vergiler, eleştirel ve deneysel düşünen akıl, şahsına münhasır kişiler, tüketmeye amade topluluklar. Telefona yükler gibi, toplum uygulamaları indirir, kurar ve bölüm sonuna dek oyunun kurallarına riayet eder.
Oyuna henüz başlayan, farklı seviyelerde çırpınan ya da yükselenler, tüm halklar temel uygulamaları kazanıp bir sonrakine geçerek döngüyü tamamlarlar. Bu, yaşamın kaçınılmaz döngüsünün sadece bir parçasıdır.
Kaosun ortasında, zamanımızın çoğunu yöneten, karmaşık medeniyete sahip Batı bocalıyor gibi ve yeni bir bölümün kapıları, teknolojik buluşların desteğiyle de zorlanmakta.
Bizler anonim bilinçlilerin dekorlarında yer alan cesetlerimizle, vaat edilenleri dinleyecek, ona koşacak yahut bekleyemeyecek kadar yorgunuz. Atalarımızdan miras kalan yılgınlık, ölüm ve bezginlikler, yokluk halimizi zorunluluk haline dönüştürmüştür. Yalnızca bilelim ki görelim.
*Saadet ve itibar hevesine düşmemiz, çok eskidendir. Lakin onun duacılığının patırtısından da usandık.