Etrafımız kaybedenlerle dolu değildir pencereden baktığımızda. Kazananlar, kotaranlar da vardır hayattaki gayelerini. Biz kötüye, eksiğe meraklı olduğumuzdan acıyacak yer arar duygularımız, bu yüzden de batanları, kaybedenleri, terk edilenleri arar gözlerimiz. Yukarı değil de aşağılara dikeriz her nedense gözlerimizi.
Ben, etrafımı gözlemlemekten hoşlanan bir birey olarak son zamanlarda kazananlara çevirdim bakışımı. Öyle acizane bir merakla değil de gözlem merakıyla bakındım sağıma soluma. Haliyle aradığımı buldum, kazanımlara sahip olan insanlar vardı. Hakkıyla kotaranları hep tebrik ettim kah içimden kah yüzlerine karşı.
Kazanımlar büyük bir başlık fakat bu başlık da sonraki evrelerde dallara ayrılıyor. Misal, kazanımların hazmedilmesi ya da hazmedilememesi hali benim merak konum. Yani ayrılan dallardan ikisini yakaladım ve muhabbetteyim onlarla bir süredir.
Gözlemlerime göre kazanımlar elde edildikten sonra insanlar ikiye ayrılıyor: Hazmedebilenler, hazmedemeyenler. Üzülerek söylemem gerekiyor ki ikinci kelime ağır basıyor genelde. Kazanımlardan sonra değişiyor çoğu insan. Refleksleri, duruşları, cevapları, bazen cevapsız halleri, bazen soruları… Her şeyleri kıyafet değiştiriyor bu insanların. Boşuna denmiyor ‘kaybedilen halleri herkes mecburen hazmeder, önemli olan kazanımları, kazançları hazmedebilmektir’ diye.
Sanırım hikayelere dayanıyor bu durumun ucu. Hani ‘kazıya kazıya’ tabiri vardır ya, işte o kazıyanlarda değil de tepeden inenlerde oluyor bu hazımsızlık. (İstisnaları yine ayrı tutuyorum) Hikayesi olan şeylerin beni her ama her zaman etkilemesi boşuna değil. Tabii hayat bu, kimi rahatça oturur koltuğa, kimi uzun yolculuklardan sonra gelir kavuşur koltuğuna kimiyse hiç kavuşamaz ve oturamaz. Dedim ya hayat bu ama benimki de bir durum değerlendirmesi en nihayetinde.
Bahsettiğim gibi gözlemlerdeyim bir süredir, oradan devam edeyim. Hazmetmeyi başarabilenlerin genellikle mağlubiyet hikayeleri var geçmişlerinde, hem de bir kez değil, defa kez. Mağlubiyetler baş rol oynuyor hazmedenlerin hayatında genelde. Peki, nasıl oluyor da her mağlubiyetten sonra ayağa kalkabiliyor bazı insanlar? Nasıl oluyor da o ağır duruşu sergileyebiliyorlar? İşte burada kaybetmenin naif tatlılığı giriyor devreye. Bazılarında hırsa, düşmanlığa, sinire değil de akıl ve mantığa çağırıyor bu duygu insanı ve davranışlarını ona göre sergiletiyor insana kendiliğinden. Bu insanlar biliyor ki kazanmak ve o kazanımın hazmını yaşayabilmek bazen kaybetmekten, vazgeçmemekten geçiyor.
Dileğim odur ki hak eden herkes, kazanımlar yaşasın bu hayatta ve yine dileğim odur ki kazanımlarını hazmedebilsin insanlar.