Huzur istediğimiz çoğunlukla olduğumuz yer, misal evimiz. Güya. Oysa ben o çarşamba huzuru karşı evdeki kedime istedim. Bir çam ağacına yaslanmış insanlığı izliyorum yine. Bir kedi belirdi camda gözümün önüne. Odak bozulmaksızın arada mesefaler var. Ve umursamaksızın dikkatli bir kaç dakika geçirmek… Sarı ve göğüsünde bir kaç beyazlık var kedinin. Gözlerini bilmiyorum ama dikkat var. Önümden arabalar geçiyor, korna sesleri kulaklarımın içlerinden, lastikler burnumun derinlerimden. Kedi geçmiyor. Sonra bizim araç gözüktü karşı uçtan soldan soldan geliyor. Sallıyorum onu kediye bakıyorum. O bana bakıyor mu bilmiyorum. Servis yaklaşıyor ve önümden ne idüğü belirsiz elektrikli motoru olan amca geçiyor. Ben pür dikkat kediye bakıyorum. Servis geliyor tabii. Soldan soldan. Önümden delikanlılar geçiyor. Sonra servis bir ara duruyor. Ben dua ediyorum bilmediğim halde, o orada dursun da buraya gelmesin diye. Kedimden, kendimden ve çam ağacından beni ayrımasın diye. Bilmediğim halde dua ediyorum. Kedi bana bakıyor mu hala bilmiyorum. Önümden yaşlı bir teyze geçiyor. Gözüm kayıyor kedimi bir kaç saniyeliğine aldatıyorum. Teyzenin yüzünde kırışıklar var, dikkatimi çekiyor. Tabii büyümekten, yaşlanmaktan korkuyorum. Bir ağaç olmak istiyorum hem de çamından canlı kanlı. Oysa eski bir anlam taşır benim için buruşuk, kırışık, yavan… Neyse bizim servis gene geliyor, gelmese şaşarım, şaşarsınız. Şaşırırız. Bu arada teyzeden sonra gene kediye diktim gözümü. Kedi bana bakıyor mu o konu hala muamma. Servis yaklaşıyor, bu defa çok yaklaşıyor, çok fazla yaklaşıyor. Soldan soldan. Önümden… Ve kapatıyor kedimi. Ben adım atıyorum. Buna zorunda bırakılıyorum. Kedi kafasını çeviriyor. Ben oturuyorum. Kedi atlıyor. Meğerse kedi bana bakıyor. Ve bakacak onca şey daha varken terk edişime aldanıyor. Oysa beni tanısa sevmez. Bende kendimden haz etmem. Mecburiyetten.