Şimdi olduğumuz noktada bir duralım. Geçmişin geleceğinde, geleceğin geçmişinde ve sürekli değişken an ve an savrulmakta olan zamanın önünde biz aciz insanlar ne derece durabiliyorsak o kadar duralım işte. Ne görüyoruz? Hayat denilen o klişe yolda ileriye doğru giderken iki yöne de bakabildiğimiz – değişen- yüksek bir tepeye çıkalım. Ne görüyoruz?
Aşağıda hayatımıza giren, çıkan, gülümseyen, gülümseten, ağlayan, ağlatan, koşuşturan, koşuşturtan bir insan topluluğu var. Ve sen onlara bakıyorsun oradan- bulunduğun yerden. Ne görüyorsun?
Satırlara sığmayan düşünceler, kaleminin gücü tükenen fikirler, yanlış yerde doğru bir şekilde tüketilen- harcanan duygular, yarım bile olmayan –atılıp bırakılan hikaye başlıkları, küçük dokunuşlar, büyük fırsatlar hepsi aşağıdalar. Ve sen onlara bakan özel insan. Ne görüyorsun?
Zamana yenik düşen hayaller, zamanla geçmeyen acılar, zamana bırakılan umutlar, kırık kalpler, buruk vicdanlar, eğilmiş başlar ve yine onlara yukarıdan bakan, tüm bu silsileyi seyreden sen koca insan. Ne görüyorsun?
Ne görüyorum gerçekten ben? Kim olduğumu mu? Kim olacağımı mı? Geleceğimi mi yoksa geçmişimi mi? Korkuları mı sevgiyi mi? Kafası karışmış, yaşamı Dante’nin deyimi ile ‘kaybolmuş bir yolda’ yaşayan birisini mi?
Acaba diye düşünen keşke diye dövünen fakat diye bitiren cümleleri mi? Ne görmek istiyorum ne hissetmek istiyorum neye dokunmak istiyorum hepsi ama bunların hepsini kendi belirleyen, yalnızlığında boğulmuş bir toplumsal kanser hücresi olmaktan ileriye gidememiş birisini görüyorum.