Seversin bazen sadece seversin. Ardını arkasını düşünmeden seversin hem de. Sonrasında başına ne geleceğini umursamadan.
O da öyle yapmıştı; zaten hep yapıyordu. Seviyordu. Neyi mi? Hemen hemen her şeyi, herkesi seviyordu; sanki hiç terk edilmeyecekmiş gibi. Sadece seviyordu işte. Evini, arkadaşlarını ya da arkadaş sandıklarını, ailesini. Gün gelir de birisi ona kazık atar mı; onu yarı yolda bırakır mı diye düşünmeden hissediyordu ne hissediyorsa.
Sonrasında ne mi oluyordu? En büyük acıları o çekiyordu. Kalbi kırılıyordu her defasında. Her yeni acı da yepyeni ‘kırık’lar ekleniyordu koleksiyonuna. Nefes almaya çalışırken batıyordu birer birer kalbine. Canı yanıyordu. Her duygusu güçlüydü. O çok övündüğü mantığı her daim yeniliyordu duygularına. Duyguları her maçta galip geliyordu. Sevdi mi çok seviyor acı çekti mi önünü görmüyordu. İşin daha kötüsü kimseye de anlatamıyordu çektiği ızdırabı. Nasılsa anlamıyorlardı; anlamayacaklardı.
Günler böyle geçerken ilk zamanlar tek devası uyumak sanıyordu. Ama yanıldığını anlaması çok da uzun sürmeyecekti. Uyanıkken batan kırıklar uyuduğunda geçiyordu önceleri. Daha derine indikçe artık korktuğu başına geliyordu ve uykusu da kâr etmiyordu acısını dindirmeye. Bir baktı ki rüyalarını da ele geçirmişti kırıklar. Kalbi gibi rüyalarına da batıyorlardı artık.
Belki zamanla geçiyordu ama iz de bırakıyordu acılar. Kendi yoktu ama ruhu vardı artık acının. Olay yeriydi kalbi herkesin birer birer kırık bırakıp gittiği. Kırıklar geçiyordu ama hassasiyeti kalıyordu. Küçük bir sızı hep hatırlatıyordu kendini.