Anadolu paramparça, içim içimi kemiriyor! Açık denizde pusulasız yelken açan Gemi her geçen gün daha çok su alıyor.
Geminin su aldığını fark eden yolcular, telaşa kapılırken, mürettebat bizde aynı teknedeyiz diye yolcuları oyalarken; gemiyi terk etmek için filikaları boyamış, can yeleklerini de hazırlamış.
Mürettebat için geminin su alması, alabora olması ya da karaya oturması hiçbir anlam ifade etmiyor.
Kaptan’ın keyfi yerli yerinde!
Bir tek kaygısı var. Kaptan köşkünü terk ederse koltuk elden gidecek. Kurduğu hava ve deniz filosu hayal olacak.
Onun içindir ki bütün mürettebat ve miçolar batan geminin kamara ve gazinolarında görevlendirildi.
Rüzgâr dört biryandan çok şiddetli esiyor, dalga dam boyu! Dalga ile gövde her buluştuğunda çatır çatır çatırdıyor gövde!
Gemi ya bu gün ya da yarın, battı batacak…
Gün geçmiyor ki yer yarılıp toprak kaymasın, bu yetmezmiş gibi bir de şiddetli yağmur ve sel zorlaştırıyor dümen tutmayı.
Felaket boyutları diz boyu acı değirmen döndürecek, gözyaşı. Gemi mescidinin Minberde ki İmamı, her zamanki gibi önüne konanı, cama yazılanı okumayı sürdürüyor.
Ne zaman, karşısında sormayan, sorgulamayan bir yolcu topluluğu ya da kalabalık bulsa; Eyyyyy diye başlayan, aynı ses tonu ve üslubuyla devam eden; içeriksiz-sevimsiz her zamanki bayat vaaz geliyor ardından.
İllallah çekti, aklı başında olan! Açık denizde kutup yıldızı kayıp, ne kuş uçuyor ne kervan geçiyor.
Ortalık zifiri karanlık.
Yolcuların mekânı ya kamara ya da Gazinolar! Bu gazinolar Las Vegas ya da Monte Carlo’yu aratmayacak keyifli saatler geçireceğiniz gazino değil ki.
Köy kahvesi gibi içeri girince çıldırırsınız. Öfkenizi ne tavlanın zarından ne Okey ’in istekasından ya da İskambilin kız ve papazından, çıkartanlarla: yüz yüze geleme şansınız yok..
Yanı başınızda dudaklardan döküleni, yakası açılmadık galiz sözcükleri duyunca, yüzünüz kulaklarınıza kadar kızarır, pancara döner.
İşte tam da sinirlerin gerildiği zaman, ortamı yumuşatmak, dudaklarda hafif gülümseme yaratmak gerekir. O zaman, bilerek kendi kaleminizle kumar oynar tavlayı mısralara dökersiniz…
Hadi birlikte göz atalım TAVLA ’Ya
Hınzır bir gülümseme yüzünde
Kumar oyna diyor şeytan benimle
Değerli bir şey saklı aklının ucunda
Belli onu koyacaksın masanın üstüne
Kırmayım seni geç otur karşıma
Bırak şimdi sende kalsın
Şeytanın dürttüğü bakışın
Bir oyun oynayayım da sende gör
Nasıl atılırmış bak tutmadan zar
Tavla üzerine yazılmış kitabım var
Ortaya bir şey koyma para cinsinden
İddiamız olsun geçirdiğin kalbinden
Kaybeden yan çizmesin ödesin borcunu
Yüzüne yansıyan fettan gülüşünden
Garson bir tavla getir sedef kakmalı
Zarı kemik olsun kaçmasın sağa sola
Birde çarşaf ser şuraya
Belki ipte lazım olur biraz sonra
Kaş göz etme bakıp ta yüzüme
Söyleyeceğin varsa dilinle söyle
İşaretlerle haberleşmeyi bilmem
Okuyamam dudak anlamam mimik
Hiç affetmem yenersem seni
Alırım aklımdan ve aklından geçeni
Hadi kemik utandırma ustanı
İki mars bir ters ona yeter
Yenilen serili şilteye uzanıp yatar
Bak gökyüzünde ne çok yıldız var.
Mısralar “Bak gökyüzünde ne çok yıldız var” diye son buluyor. İsterseniz bir akşam başımızı gökyüzüne çevirelim ve hep birlikte kulak verelim. Duyabilecek miyiz yıldızların fısıldadığı hüzün şarkılarını?
2 comments
Güzeldi okunası bir yazıydı şiiri ayrı bir güzeldi emeğine gönlüne sağlık kardeşim selamlarımla.
Ziyaret ve yorum için içtenlikle teşekkür ederim.
Her şey gönlünüzce olsun.
Sevgilerimle.