Yine bir iş günü ve penceresiz odanın içerisinde dünya ile iletişime geçme çabaları içerisindeyiz.. Hayatının kısa bir dönemini rahat geçirebilmek için ömrünü feda eden insanların arasına karıştık ve yolumuza bu çıkmaz sokakta ilerleyerek devam ediyoruz. Henüz daha çok genciz, yaşımız daha ufak sayılacak derecede ve önümüzde upuzun bir yol var. Uuzun ince bir yoldayız gideceğiz gündüz gece…
Günün 9-10 saatini bir yerlere tıkılıp kalarak hayatımızı yaşayamadan bir kuruma veya bir insana para kazandırmak uğruna geçirirken ne güzel bir yaşam sürüyoruz, ne etrafımızdaki insanlarla eşimizle, dostumuzla, ailemizle ilgilenebiliyoruz ne de mavinin, yeşilin, denizin, güneşin, doğanın tadına varabiliyoruz.
Oysa baharın ilk günleri, hava ılık, güneş etkisini göstermeye çabalarken önünden geçen bulutlar son damlalarını yeryüzünü serinletmek için bırakmaktalar. Yeşil alanlarda baş gösteren minik papatyalar, ısınmaya başlayan ve sakinleyen güzel deniz suları, hoyratça sakin esen rüzgar ve yeşermeye başlayan güzel ağaçlarla birlikte gelen huzur… Dışarısı öyle güzel ki, insanlar bakmaya, o güzelliği yaşayıp değiştirmeye kıyamadıklarından herhalde kapanmışlar ofislerine çalışıyorlar, avmlerde alışveriş yapıyorlar veya evlerine kapanıp telefonlarına gömülüyorlar…
Yaşadığı hayatın farkında değil kimse. Elindeki tek fırsatı böyle kullanmamalı hiç kimse, yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür iken kapanıyoruz medeniyet dediğimiz ve insanların bir şeylere mecbur bırakıldığı bu kötü hayatı yaşamaya. Tek güzel yanı, yer yüzünün en güzel yapısında yaşıyorum. Yaklaşık 25 milyon insanın olmak istediği yerde her gün 9 saat geçiriyor olmak belki de tek güzel yanı sanırım…
Kapandık binaların arasına, kapandık yaşamın sıkıntılarına, gülmeyi unuttuk ve kapandık mutsuzluğa, kapandık hoşgörüsüzlüğe, kapandık iyi olmayan her şeyin ortasına… Ne denizin güzelliğini görebiliyoruz, ne yeşilin huzurunu tadabiliyoruz ne de parkta oynayan çocukların cıvıltılarına kapılıp eğlendirebiliyoruz kendimizi. Öyle alıştık ki mutsuzluğa, tahammülsüzlük ve kötü şeyler aldı başını gidiyor etraf suratı asık insanlarla doldu! Nerede kaldı o birbirine gülümseyerek iletişim kuran insanlar, nerede o eski İstanbul beyefendileri, yüzleri her zaman gülen, düşkünü ayağa kaldıran güzellikler neredeler? O güzel insanlar, güzel atlara binip gittiler mi yoksa?
Kurtulmak istiyorum artık bu penceresiz odadan! Yüzü asık, sıkıntılı, stresli ve bağırarak konuşan insanlardan kurtulmak istiyorum! İş ve para kaygısı olan insanlardan, sürekli hesap kitap yapanlardan, borçlardan ve olumsuz her şeyden kurtulmak istiyorum!
Engin maviliklerde kaybolmak istiyorum, yeşillerin içinde dans etmek istiyorum, dünyadaki en güzel yerleri görmek, her yerin en güzel yemeğini yemek istiyorum. Sait Faik gibi “SEYAHATLER ÇEKİYOR İÇİM”;
“Dağ manzarasında uyuyup, deniz manzarasına uyanmak istiyorum.
Otobüsün cam kenarında, elimde harita, beynimin içinde bilmediğim bir melodi olsun istiyorum…
İçimde çocuksu heyecan yüzümde bilmediğim bir gülümseme olsun istiyorum.
Ajandam yanı başımda bir yerlerde olmalı. Küçük notlarla dolmalı.
Gündüz gezip, gece blog için yazı yazmak istiyorum.
Kaybolma hikayelerim olmalı mesela.
Hikayesi olan küçük hediyeler almak istiyorum mesela sevdiklerimi mutlu etsin diye.”
İstiyorum, istiyorum, istiyorum… Uzar gider bu liste, her şeyden kaçıp güzel bir hayat istiyorum, içimdeki gezgin insanın çıkıp özgürce yaşamasını istiyorum. “Seyahatler Çekiyor İçim” kaçıp kurtulmak istiyorum buralardan her hafta sonu maça gelmek dışında bir daha bu şehre uğramamak…