Mavi sadece bir renk değildi benim için. Belki bir anının ardından kalan mutluluktu ya da hüzün. Etrafımı sarıp beni ısıtandı. Gördüğümde bakmadan duramadığım, pasajların içinde düşünmeden edemediğimdi. Şehrin ışıkları eşliğinde bir katilin bıçağındaki kan damlasının donuk rengine bürünen gökyüzüne bakmaktı. Saçlarının arasından umudu görüşümün yansımasıydı. Sarı saçlarının arasından… Gözlerine baktığımda gülüşünü hissetmemdi. Mavi gözlerine… Ellerine uzanamasam bile sesinde ona dokunuşumdu. Sigara dumanı gibiydi. Belirsiz… Gitar melodileri gibi ahenkli ve benim gibi… Benim gibi umut dolu mavi gözler. Alındaki yazı misali değişmeyecek olan umut. Bakışlarındaki, sözlerindeki derinlik; çikolatasını kaptıran bir çocuk gibi masum yüzü ve benim onu her gördüğümde hissettiğim şeydi mavi…
Şimdi… Şimdi ise bir boşluk mu hayat benim için? Meçhul bir gemiye binip kaderini beklemek gibi bir şey. Rüzgarların çığlığı ve benim gözlerime dolan yaşlar… Tenimin üzerinde beliren korku onu bir daha göremeyeceğime dair.
Gökyüzü artık yıldızsız. Güneş artık ısıtmıyor. Ay loş ışığını bile çekti üzerimden. Deniz kızarcasına dalgalarını yansıtıyor gözlerime. Çocuklar küskün, ağaçlar ilkbahara inat yapraklarını döküyor hırçınca. Ama sen… Sen gözlerin gibi, mavi masmavi bir okyanus gibi uzaksın. Belki ne bakışın bir daha bulacak beni, ne de ben seni…
Susuyorum… Sen öğrettin bana. Çakıl taşları batsada ayağına susacaksın. Deniz dalgasını kıyıya acımadan vursa da, kuşlar bir daha uçamayacak olsa da ve eğer baktığın gelecek o gelmeden yaşanacaksa bile susacaksın. Ya susacaksın ya da kendi sesinde boğulup bir bataklık gibi batacaksın.
İncinur Karakoç