Cumartesiyi pazara bağlayan gece, saat 2.35
dışarıdaki nemli karanlık başıboş mutsuzluklarımı ve kararsızlıklarımı içime sürüklüyor. Keşke bir daktilom olsaydı diye mırıldanıyorum. Daktilo sesi gecenin pusunu dağıtırdı belki.
Ne kadar önemsiz ve sıradan olduğunun farkına varmamla başladı hayal kırıklıklarım. büyük bir oyunun parçası olduğunu düşünmek sanılanın aksine beklentilerimi rahatlatıp düşüncelerimi serbest bırakıyor. Bununla birlikte sorunların, sorumlulukların, kaygıların da küçülüyor. Öğretilenin aksine, küçüldükçe özgürleşiyorsun. Önünde sonunda ölücek olan birisin omuzlarında bütün dünyayı taşımak zorunda değilsin değil mi? Baskı. Seni aşağı iter. Baskı bazen binaları yıkar bazen de insanları sokağa döker. İşte omzundaki yükten kurtulmanın yolu. Görmezden gelmek mi? Karanlıkta her şeyden uzaklaşabilirsin. Yalnızca insanların değil, sınavların, mesleklerin, binaların, kuralların, devletlerin, sınırların ve dünyanın da bir gün yok olabileceği ihtimalidir seni ayakta tutan. Tuhaf ama ölümle bu kadar yüz göz olmak insanı yaşamaya daha çok bağlıyor. Adam gibi yaşamaya! Bir gün öleceğinin farkında, hayatın tadını çıkararak, her anı doya doya yaşamaya. Yaşamaktan nefret ediyorsan. bir mezarlığa git. Ölüler iyi bilir ,yaşamak güzeldir.
Pazar sabahı saat 5.06 pencere hafiften aralık dışarıdaki hafif trafik sesine karışmış moonlight sonata..
Hayat yaşamaya değer…