Çok düşündüğü için mi yoksa hiçbir şey düşünemediği için mi dalgındı, kestiremiyordu. Beynine dişlerini geçirip, aynı yerde kalmaksızın kemiren bir şeyler vardı. Aynı zamanda odaklanmasına engel de oluyordu, kemirgenler.
Gözlerinden fışkırmak için can atan ve ağrısından yürümeyi dahi unutturabilecek kadar ağrıyordu başı. Soyut âleminde kollarına kıskaç geçirmiş, yürümesine engel oluyorlardı âdeta.
Restoran, ayaklarının ulaşmak istemeyeceği mekândı bugün.
Fakat, çalışmasının gerekliliği su götürmez gerçeklerden ve önemli unsurlardan sadece bir tanesi idi.
Çantasını, dinlenme odasındaki kendine ait dolaba bırakıp, önlüğü bağladı.Not defteri ve kalemi kasa bölümündeydi.
Emre, Eylül’e dolaylı yoldan sevdiği kadın olduğunu söylediğinden bu yana, ki bu da yaklaşık birkaç saat demekti, normal çalışma temposunun katlarca üstünde, koşuşturarak çalışıyordu.
Eda’nın odadan çıktığını görünce, gülümseyerek kızın suratına baktı. Emindi, Eda çok sevinecekti.
Fakat bilmiyordu ki çok sevinmesi için önce sevinmesi gerekiyordu. Ve yine bilmiyordu ki, Eda için mutu bir gün değildi.
‘’Eda,’’ dedi, neşeli sesinin, Eda’nın yüzünü gördükten sonra katılaşmasından önce.
Hâlâ önlük ipi ile uğraşan Eda, yüzünü kaldırıp neşeli ile bakan ve şakıyan Emre’ye çevirip, daha sonra düşen yüzüne, katılaşan gözlerine şahit oldu.
Utandı.
Belli ki mutluydu, yüzünü görmeden evvel.
‘’Gözlerine…Ne oldu?’’ Çatılan kaşları, Eda’yı huzursuz utangaçlık diyârlarına itmişti.
Adımlarını hızlandırıp, Eda’nın yanına ilerledi.
Eda’nın hiçbir yalanı onu aklayamazdı. Çünkü Emre biliyordu. O, mutlu olduğu vakit etrafa gülücük saçan, şirin bir kız çocuğuydu.
Mutsuz olduğunda ise, gözleri kan çanağını aratmayan, kırmızın ,ne kadar yakışırsa yakışsın, gözlerini perçinleyeceği kadar ağlayan, yaralı bir genç kızdı.
Biliyordu, Emre ve Eylül, biliyordu. Babasının hastalığı ileri düzeye ulaştığında ve Eda bu haberi öğrendiğinde de gözleri böyle idi.
Emre, Eda’nın yanına ulaşınca, gözleri Eylül’ü aradı.Bir yandan da Eda’da olan odağı, gözlerini kıza yönlendirmeye itiyordu. Sol elini omzuna koyup, gözlerine baktı.
Tahmin etmesi kolay, doldu gözleri kızın.
‘’Eylül!’’ Mutfağa ilerleyen kızı görünce,yüksek sesle çağırdı kızı.
Biraz sonra, Eda tekli koltukta gözyaşlarına egemenlik bahşederken,Eylül ve Emre ise ayırmadıkları gözlerini Eda’nın üzerinde tutuyorlardı.
‘’O kadar korkunçtu ki,’’ kısık bir ses titretti bedenleri. Emre, oturduğu yerden öne doğru kayarak yaklaştırdı yüzünü, Eda’ya.
‘’ Geldi, kış gelmeden geldi.’’ Dedi, gözlerindeki yaşları durduramazken.
Kafasını kaldırıp, endişeli bedenlere baktı. Korktukları ve hiçbir şey anlamadıkları barizdi. Sağ eli ile önüne gelen saçı ittirip, gözyaşlarını temizledi.
‘’ Dün, Barış’ın yanına gittim. İki gündür gelmemesinin nedeni, Ilca imiş.’’ Eylül, ağzını aralayıp kaşlarını çatarken, Eda devam etti konuşmaya.
‘’Gelmemiş. Ama geleceğini anlatan, maskeli kuş göndermiş,’’ dedi, alaydan ve neşeden uzak bir tebessüm konarken suratına.
‘’Ve…O kadar çabuk ve ani bir geliş yaptı ki…’’ Emre, Eylül’e dönüp ifadelerini kontrol etti. Kendisi anlamamıştı, ifadesinden anlaşıldığı üzere Eylül’de anlamamıştı.
‘’ Ne demek, geldi? Düzgün anlatır mısın, Eda?’’
Kafasını sallayıp, dudaklarını dişledi.
‘’Ölü bir kuş buldum bugün. Kapımın önünde idi.’’
İki sevgilinin mimikleri donarken, Eda’nın gözyaşları yavaşlamıştı. Usulca, hüzünle ve, dansçı edâsı ile süzülüyorlardı, sırayla, tek tek.
‘’Gagasında tırnak vardı. Elime aldım. İçinden,’’ hıçkırıp, kafasını iki yana salladı. Eda, hâlâ korkuyordu…
‘’İçinden, kırmızı bir şey aktı. Kan sandım,o kadar korktum ki…’’ Eylül, yerinden kalkıp elini tuttu kızın. Gözyaşlarını silerken ağlamamasını söylüyordu.
‘’Ama sonra, renk mora döndü.’’ Emre, Eda’nın oturduğu koltuğun sağ tarafa denk gelen koluna oturup, saçlarını okşadı.
‘’O zaman anladım işte. O kuş benim, Eylül! Kış gelmeden…’’ Emre, omuzlarını kavrayarak sarılınca, kesildi sesi. Eylül’ün iç çekişleri ile taçlanan hüzün son cümlesini söylettirdi, kadına.
‘’Ben de, sonbaharın öldürdüğü kadın mı olacağım şimdi?’’
Göz kapakları kapandı, bir damla kaydı.
Mekân yıldız gibiydi. Fakat kayanlar; gözyaşları ve hayatlardı.
~