Aykut Ertuğrul’un Mümkün Öykülerin En İyisi adlı öykü kitabı iddialı ismiyle daha en baştan sizi çekiyor. Arka kapak yazısını okuyunca gerçekten mümkün öykülerin en iyisiyle karşılaşıp karşılaşmayacağını düşünen okura “Hadi kabul et, sen de zaten mümkün okurların en iyisi değilsin.” Diyerek ilk çelmeyi takıyor. Arka kapak yazısında bize karşımıza çıkacak olası öykülerin ipuçlarını veriyor. Her şeyden önce bizi bekleyen dilin mizahi ve ironik olacağını düşünüyoruz. Beklediğimiz biçemin daha deneysel olacağına dair bir fikir oluşuyor. Peki, öykülere geçince bize üstü kapalı olarak vaat edilenlerle karşılaşıyor muyuz? Bu soruya cevap vermeden önce kitabın bir krokisini çıkarmakta fayda var.
Kitap “Güneş Yaralarımızı Yakıyor” ve “İhtimaller, İhtimaller ve Başka Acayip Şeyler” adlı iki bölümden oluşuyor. Genel olarak baktığımızda ilk bölümde içeriğin, ikinci bölümde biçemin öne çıktığını görüyoruz.
Güneş Yaralarımızı Yakıyor, daha ciddi meseleleri ele alıyor. Hal böyle olunca arka kapakla ilgili sorumuzun yanıtı: Bize vaat edilen dil-belki de bizim bulmak istediğimiz dil-ile karşılaşmıyoruz. Aslında tam da aradığımız o mizahi, ironik dil ikinci bölümdeki öykülerde mevcut.
Kitabın ilk öyküsü Kuyudakiler; bol karakterli, karmaşık bir intikam hikâyesi. Karakterleri tanımak ve aralarındaki bağı çözmekle vakit harcarken arka planda akan kurguya göre karakterlerin bir sonraki adımını kestirmeye çalışıyoruz. Öykü küçük ipuçları sunuyor bize. Tinerci Kabil’in(İsminden hareketle kafamızda ilk kurguyu yapıyoruz, bir kardeşe ihtiyaç duyarak okumaya devam ediyoruz) Çehov’un tüfeği gibi bir yerlerde patlayacağını hissediyoruz. Bölüm sonları merak uyandıracak şekilde bittiği için karakter tanıtımları sıkıcı gelmiyor, okuma ritmini düşürmüyor. Bu öykü bir anlamda modern bir Raskolnikov öyküsü denebilir.
Güneş Yaralarımızı Yakıyor adlı öykü, ülkemizin en acı gerçeğini taraf tutmadan, politize etmeden aktarmayı başarıyor. Çok uluslu bir toplumun yıllarca kardeşin kardeşi katlettiği, hiçbir zaman bir tarafın kazanamadığı bir savaşın hiç tanımadığımız ölüleri üzerinden, onların belki de-bir yazın unsuru olarak- anlatmaya değer olmayan sıradan hayatlarından yola çıkarak ve birer isimden ibaret olan karakterleri anlatarak girişiyor kurgusuna. Bu kısa hayatlar olmalı mıydı öyküde? Buna ancak yazarı karar verir. Aslında öykünün son cümlesi öykünün tam da kendisi: “Hasan, Hüseyin, Dilan! Ya bize birbirimize vurduran hangi kahpe an idi?”(s.26)
Aynı konuyu ele alan Kâğıt adlı öykü aynı başarıyı gösteremiyor. Güneş Yaralarımızı Yakıyor’un kucaklayıcı anlatısının gölgesinde kalıyor.
Nefes Kontrolü adlı öykü kısa kısa öykü türünden fakat konu itibarı ile daha kurgusal bir anlatıyı hak ettiğini düşündürtüyor. (Bu elbette öznel bir eleştiri, kısa kısa öykünün doğasına aykırı.) Ordunun laik tavrının ordu içindeki muhafazakâr kesime olan sert tavrını eleştiren bir alt metni bize sunuyor. Yazar bu konuyu daha uzun bir kurguda anlatsaydı politik tavrını dövizler açarak göstermek yerine okuyucuya hak ve özgürlüklerin önemini daha başarılı bir şekilde verebilirdi.
Yazar Türkiye’nin yakın tarihini unutmuyor. Mavi Marmara olayını ele aldığı Yaşasın Ritm öyküsü durum öyküsü niteliklerini taşısa da asıl olayın trajedisini vermekte yetersiz kalıyor ve bize hatırlatmakla yetiniyor.
Şişlerin Ucunda Zaman adlı öykü, askerdeki oğlunu düşünürken şişiyle adeta zamanı ören annenin dramı anlatılıyor. Zamanı örme metaforu, bekleyişin yorgun ruh halini verme konusunda öyküyü ayakta tutuyor ve bu bakımdan belki de kitaptaki kısa kısa öyküler arasında en başarılı öykü olarak kendini gösteriyor.
Köylünün, taşralının hor görülüşünü eleştiren Suskunluk adlı öyküde yazar çocuğu merkeze alarak anlatıyor. Fakat bunu yaparken yer yer izahlı metinler görüyoruz, hatta çocuğun değil yazarın vicdan sesini duyuyoruz.
“Torun kadınları dinliyordu. Etrafına bakındı hayretle. Böyle öğretmemişlerdi okulda. Doğru değildi yaptıkları. Ninesinin bacağına yaklaştı yeni doğmuş taylar gibi. Düşündüklerini söylemeye cesaret edemedi.” (s.41)
Oysa yazar sezdirme yollarını iyi biliyor. Örneğin Duvar adlı öyküde bir jet uçağının havada infilak edişini ustaca anlatıyor.
“Abdullah sağ elini sinek yakalar gibi sallıyor göğe doğru. Jet diğer yana manevra yapıyor. Abdullah bir daha deniyor, jet yine kaçıyor. Sonunda Cebrail’in kanadına çarpıp havada infilak ediyor.” (S.46)
Kitabın ikinci bölümünde aradığımız dili bulduğumuzu söylemiştim. Daha ilk öykü Kahramanın Sonsuz Yolculuğu öyküsünün girişinde “Teşekkürler Google, Teşekkürler Vonnegut, Kahrolsun Amerika!” Sözleri karşılıyor bizi. Tam da beklediğimiz dil! Bu öyküde gerçekten de sonsuz bir yolculuk var. 500T otobüsünün kargaşasından bir soykırıma kadar uzanan bir yolculuk… Öyküdeki resimlerin kullanımındaki ve karakterin durumlara verdiği tepkilerdeki mizah öykünün okunurluğunu olumlu etkileyen başlıca özellikleri.
Kurgusu ile öne çıkan Urdn Medeniyeti Hakkında Birkaç Mühim Belge adlı öykü bir araştırmanın metni gibi kurgulanarak tarihte bilinmeyen bir medeniyetin dilinin özelliklerini anlatıyor. Başarıyla kurgulanmış bir öykü.
Yazar çağının dilini yakalamayı başarıyor. Bir yandan eleştirdiği çağımız bir anlamda onun dili oluyor. Google, internet alışveriş siteleri, sosyal medya esprileri gibi günümüzün gerçeklerini öyküsünde yer ediyor. Bunun en güzel örneklerini Yok Kimse Yok adlı öyküde görüyoruz.
Yazarın Latin Amerika Edebiyatına ilgi duyduğu öykülerinin isimlerinden de anlaşılıyor. Kırmızı Pazartesi, Borges ve Ben gibi öykülerde belirgin. Fakat Marquez’in Kırmızı Pazartesi adlı romanının daha ilk sayfasından öldürüleceğini bildiğimiz Santiago Nasar’dan yola çıkarak anlattığı öyküsünde Marquez’in değil Cortazar’ın etkisi daha belirgin.
Kitabın belki de en deneysel öyküsü olan Son Anahtar ve Başka İhtimaller adlı öyküsünde yazarın dipnotlar şeklinde kurguyu oluşturduğunu görüyoruz. Bu dipnotların her biri ayrı bir hikâye. Bir anlamda okura kendi öyküsünü oluşturma fırsatı veriyor. Özellikle “Mümkün İhtimaller” ile kastettiği okuma önerileri oldukça başarılı. Kafka olsaydı… ya da Borges olsaydı… böyle devam ederdi gibi keyifli okuma pratikleri oluşturuyor.
Dedalus etiketiyle okuyucuyla buluşan Mümkün Öykülerin En İyisi 2013’ün başarılı öykü kitaplarından. Aykut Ertuğrul dilde özgünlüğü yakalamış bir öykücü. Yeni öykülerini merakla bekliyoruz.