Dünya hergün biraz daha nobranlaşıyor. Göz aşinalıkları azalıp gerilen sinirlerin çıkmaza soktuğu iletişim dar boğazlarından benliğimizi yara bere almadan geçirmeye çalışıyoruz emellerimize doğru…
Uzakları yakın yapan yenilikler olsa da, yakınları uzak yapan aksilikler de hiç bitmiyor. Daha az tebessüm ediyoruz birbirimize, her gün ister istemez yenilerini ekliyoruz ötekileştirmelerimiz…
Onlar, şunlar, bunlar… Öteki kesimler, diğer kimlikler, başka kavramlaştırmalar… Dışlaya dışlaya, uzaklaştıra uzaklaştıra herkesi kendimizden soyutlayıp ıssızlık ötesi bir kopukluğa sürüklendiğimizi farkedemiyoruz…
Ama bazı yüzleşmeler şart olur sonunda… Kaçınılmazlaşır… Her işin ehli acemi okuryazarların, herbirşeyologların öngöremediği karşılaşmalar ve hesaplaşamlar gelip kapımıza dayanır.
Salgınlar, savaşlar, kaoslar, iletişimsizlikler, gerilimler ve patlamalar… Boşvercilerin, bir şey olmazcıların umursamadığı tüm olaylar bir bir ve tüm haşmetleriyle gerçekleşmeye başlar.
İşin kötüsü bunca karmaşa içinde sığınacak hiçbir kişimiz ya da yerimiz olmayabilir. Herkesten kopmuş, herşeyden soğumuş da olabiliriz. Peki o zaman elimizden ne gelir?
İşte bu soruyu sorduğumuz an kendimize, kendimizden uzanan bir ufuk çizgisi çizmenin vakti gelmiştir. Çünkü herkesten ve herşeyden soyutlandığımızda elimizde kalan kendi hayal dünyamızın resmidir.
“İnanmaya inanmaya” işte o zaman başlarız. Hiç olmayacak hayaller kurmanın tadını çıkarma evresine işte o anda geçmiş oluruz. “Dünya Barışı” bile bize dar gelir “Tüm Evrenin Huzuru”nu bile arzulayabiliriz…
Narin ve nadide ütopyalarımız her renkte her şekilde her boyutta bulur bizi artık. Sevdiğimiz şarkıda, unutmadığımız kısa bir şiirde, belli belirsiz anımsadığımız bir hatırada o ütopyaları yeşertiriz…
İnsanı sırf insan olduğu için hep insanca sevmek isimli bahçenin sınırlarını taşacak kadar heybetli ağaçlara dönüştürürüz naif çiçekler olarak yeşerip filizlenmesini umduğumuz tohumları…
Hayallerimizde bulutlar kurşunlara duvar, tebessümler nefretlere kalkan olur. Çünkü biliriz biz geçit vermedikçe toksikler benliğimize sızamazlar, bizi zedeleyemezler. Ütopyalarımızı aşamazlar…
Camdan kırılgan, candan incinmeye müsait hayallerimiz ütopya formuna döndüklerinde imkansızlıklarından bile güç almaya başlarlar. Sevilmedikçe sevmenin destanına dönüşürler.
Şimdi yapmamız gereken uyanıkken daha çok rüya görmektir. İnsanların birbirine kader yazmaya çalışmasına gülüp geçmektir. Sağduyumuzdan başka sığınağımız olmadığını kabullenmektir.
Çok büyük sorunları olan çağımızın, çok içten kahkahaları olan kuşaklar yetiştirip gelecekteki güzel günlerin sevincini şimdiden yaşayabilmektir. Umudun doz aşımında haşmetle titreyebilmektir.
Soğuk duvarlara bile kaş çatmadan, fitne fesat kusanlara bile kinlenmeden, her insanı bir değer görüp kimseyle savaşmadan, narin ve nadide ütopyalarımızla derin monologlar yaşayacağımız günler dilerim…