Hüznün önce buruk bir sevince ardından da sonsuz umutlara dünüştüğü garip bir gündür haziranın 3’ü.Üç haziran Nazım’ı kaybettiğimiz gündür, aslına bakarsanız Nazım benim için her gündür, her saat eminim pek çoğunuz da bu konuda bana katılır.Çünkü Nazım yalnızca bir gün birkaç saat anılacak bir şair değil Nazım aynı zamanda bir rehberdir hayatı anlatan, kimi zaman bir harita olur bize kendi yollarımızı gösteren kimi zaman bir pusula kimi zaman ise bir çoban üzerinde gocuğuyla.Nazım yanımızda her nefes alışımızda, ne zaman görsem koşuşturan bir çocuk elinde uçurtmasıyla işte Nazım orada.
Her ne kadar umutsuzluğa karşı olsa da yine de garip bir his kaplıyor insanın yüreğini, yürekbüken bir his bu. Tamam umutsuz değilim ama hala üzüm gibi eziliyoruz ve buna karşı pek birşey yaptığımızda yok. Neyzen de sanırım bunun için söylemiş.
Türkü yine o türkü, sazlarda tel değişti,
Yumruk yine o yumruk, bir varsa el değişti!
Neyse fazla kaptırmayalım kendimizi umutsuzluğa, bizi uyanık tutmaya yetecek kadar olsun kafi.
Nazım, gerçekleri anlatır bembeyaz bayrak gibi bir Türkçeyle, bize “Onlar”ı anlatır.
onlar ki toprakta karınca,
suda balık,
havada kuş kadar
çokturlar;
korkak,
cesur,
câhil,
hakîm
ve çocukturlar
ve kahreden
yaratan ki onlardır,
destânımızda yalnız onların mâceraları vardır…
Gecenin bu saatinde Nazım, kitabın üzerine danlayan birkaç damla yaş.Buraya daha nice şiirlerini ekleyesim var fakat ne fayda dindirmiyor özlemimi bir parça.