Balık kokan sokağın sonuna varmaya çalışırken koşar adım, her saniye daha büyük bir yankı oluşturuyor kulaklarında gürültü. Yağmurdan ıslanmış pantolonun kurumak yerine, titreten bir soğukluk bırakıyor bacaklarına. Saçlarını bile düzeltmek gelmiyor içinden artık. Düzelmiyor işte, belli. Kadın filtresine mor rujunun izlerini bırakarak ayağının ucuyla söndürdü yere attığı izmariti. Kim bilir kaç adam rujun rengine büründü bu akşam yine aynı sebepten. Gülme ona, alıp gidecek onu. Bu hikayenin sonunu aynı sokakta okudum ben. Farklı insanlar, aynı sözler. Mutsuz sonlu. Mutlu son olmaz zaten. Mutluysa, son değildir. Sokak lambaları tam üzerine düştüğü saniyelerde saçma bir gülümseme yerleşiyor yüzüne. Koşan kedinin patileri kaç kere aynı yere bastı acaba bugün? Düşünme bunları. Sonu bir yere varmayan şeyleri düşünme, sonu bir yere varmayan ilişkilere düşme. Güldüğün zaman ben de gülüyorum. Sanki fotoğraf çeken insanın ister istemez gülmesi gibi. Sanki fotoğrafta o da çıkıyormuş gibi. Birden geliyor aklıma böyle şeyler. Birden de gidiyor. Her şey birbirinin devamı mı gerçekten? Hiçbir şey mi bağımsız ve nedensiz değil? İlkeler ve inançlar. Siyahlar ve beyazlar. Ten rengi olan değil. Durum olan. Ne zaman saçmalamaya başlasam şarkı söylerim. En azından ağzımdan mantıklı sözler çıkmış olur. “Senin geçtiğin yollardan, yalnızlık çıkar gelir. Ve böyle akşamlarda, içim biraz daha erir.”