Aldı yine ucu kırık, neyvarî kalemi eline. İnce, incecik parmaklarının arasından süzülüverdi aşkkalem. Zarif beliyle, adamın parmaklarıyla raksa durdu kalemcağız. Dönüverdi bir pervanemisal. Cuş-u huruş hengâm ile kendinden geçiverdi anlarca. Anlar bu semazenin semasında yitiverdi. Anlar eskimiş gibi duran taze anıların hatıratıyla oynaşıverdi. Bir perdenin ardından sıyrılan hakikat tomarı, matlaşmaya duran ışıltısıyla, cömertliğe vurdu kendini. Yıllanmış acılar, otante odanın tozlanmış raflarına tırmandı. Kuytuda, beride berkitilen keder tebessümü, çizikledi satırları. Satırlar, artık sürünmek istemedi bela toplarını. Nevşnema bir hal diledi. Güneş diledi bol bol, şafağa uzak bir vakitte. Güneşli bir sabah ile uyanmak istedi yar, ötede. Ötede, şömine dibine kıvrılıkalmış, ızdırap nöbetlerini tezden silkinme saçağındaydı. Sessizdi. Sakine bakışları, duvara fışkıran ateş aydınlığında asılı duruyordu. Ateş bir rüzgâr eşliğinde, şarkılar dermedeydi kerpiçe. Kerpiç, ağlamaklı bir yüzle yârin gözlerine tutunmuştu. Önce kirpiklerini okşamıştı, tırtıkımsı kireçli yüzüyle. Yar, ufalan gözleriyle sevdi, sarımlı beyazı. Beyazlar, sarı siyah bir tona bulandı. Değişti. Eskidi. Geçmişin karanlık tellalına vardı izi. Tellal uzaktan gözlerini yumdu. Açtı sonra. Gülümsedi. Gülümseme, ürküntüyle vardı yârin sinesine. Yar, örtüsüne iyice sarındı. Bacaklarını topladı yerden. İçine çekti. Bir çocuğun ana rahmindeki vaziyetine büründü iyice. Titriyordu. Gece… Kâbusu bıçak sırtında sırıtan dehliz… Sedasız ve tenha bir kulübe… Dışarda ayazın rengi, kulakları uğultuluyor. Sokak uyuyor. Sokağın müstakil evleri ve her evin müstakilleşmişleri karanlıktan uyku devşiriyor. Derin, depderin bir mışıldama haline sal-sallanmış. İçerde çatırdayan odun sesleri var. Yıkık, harabe yürekler dışlanmış. Dış, yer değişmiş yürekle. Meskenler del-deşik… Caddeler puskunluğun göbeğinde ateşler harlamak istiyor. Çocuklar, pırtıklanmış entarileri ile yüzlerinde mecrasını garipçe bulan burun akıntıları eşliğinde, sokak-cadde kenarına iliştirilmiş poşetler kıvrıştırıyorlar ceplerine. Poşetler zakkum ağacı. Nasipsiz poşet sahipleri, horor ininde sahiplerinden ırak ve bir neşesizlik çukurunda aşk oyunu ebeliyor. Gökte bu gece de yazıklar yağıyor baran yerine. Ve yar, bu gecenin, navai ve karewan sessizliğinde, inlemeler besteliyor yüreğiyle, şafağın vusluna, ümit tırpanıyla…
Yar, uyandı. Uyanıktı. Kulağına boğdurulmuş şarkılar fısıldadı gece. Dolunay göründü. Penceresinden süzüldü ışığı. Seslendi yar. Ay parçası başını uzattı. Önce gövdesi sonra kendisi buyruldu içeri. Sarımlı, beyaz, tırtıkımsı duvar dibine yığıldı. Yar, uzandı ışığa. Işık elinde kayboldu. Avucuna bakındı. Gözüne yanaştırdı avucunu. Ayasını iyice gerdi. Tekrar bakındı. Artık bulamadı. Elini koynuna aldı. Sonra öpücük serpiştirdi dudaklarından. Tekrar koynuna aldı. Pazıları şişti. Bileğinin damarları sertleşti sonra. Göğsüne nefes pinekledi. Kabardı göğsü yârin… İçini heyecan aldı. Yüreğinde pıtpıtlanan bir aşk hissetti. Kâinatı ayaklarının dibinden süzülen bir ark gibi gördü. Kımıl kımıl şeyler gördü orda. Ve ardından diğer yarısına döndü gözleri. Yarı baygın vaziyet depreşen şeyler daha vardı. Sonra göğe; çatlamış, dışı kabuk tutmuş ellerin yükseldiğini gördü. Bilekleri kesik eller… Çehreler, dolunayı yeşeren çehreler gördü. Şafağı gördü bir adım ötede. Gelinlik kızlar, şen çocuklar ve delikanlılar gördü. Yüzleri sevinç meltemiyle örülüydü. Dağlar ovalar zozanlar… Sevda yüklü aşk tepeleri… Yeşiller giyinmiş topraklar… Çağıldayan akarsular… Şakıyan güller… Âlemi kokulatan bülbüller… Hazanı soyunmuş, kışı dürmüş ve baharı sarınmış çeşit çeşit ağaçlar… Güneş, gün ve güneş… Ve ay, hilali koynuna almış dolunay… Tüm kürreat ve zerreat… Hepsi büyük senfoniye nota gibi… Ve sonra Mesih Nefesli Aşk’ın soluğu döküldü çatlak sinelere…
Dağlarda ovalarda esti nevrûz rüzgârı, geldi bahar
Zengin fakir süslensin, giyilsin bayramlıklar
Aşk bir bardaktan boşanırcasına yutuverdi âlemi. Âlem mutluluk kıskacında tutuklandı. Ses evvela insan taifesine bürüdü kendini. İnsan yürüdü, koştu. Kendini onardı. Kendiliğini onardı. Durmadı çapaladı yeryüzünü. Hayvanlar… Kuşlar hüthüt avazını giyindi. Atlar kişnedi. Aslanlar kükredi. Pisingler, boğazlarına güven çırpıştı… Serçeler ve kazlar… Ay ve yıldızlar… Mevcudat baştan ayağa bir bayram sürdü yüzüne gözüne, şebnemî şifa niyetine. Bahar, nihayette açtı peçesini. İnci dişleriyle semaya ayna tuttu hüznü. Gözyaşı dağıttı heybesinden… Heybesinde birikmiş sevdahan sevinciyle… Sevinç, buruk duvarların perçeminden tutuyor ve papatyalar içine akıtıyordu ukdelerini. Papatya cennetinde bir başka taifeden, bir çiçek şal giyiniyor. Sonra ötede bir nida, bağrında hançeresiyle varıyor…
Bülbül-ü bağ-ı cennet kayıp, bulamaz dosta giden yol
Mutrib-i meclis benim rehberim, yüreğim övünçle dolu
Bağ- bağban şakrak… Dost o şakrak hala müştak. Yolu kan pıhtısı. Yolu fakir simasında övünen bir tebessüm parıltı… Meclis divan… Rehber can… Yürek mutribe revan… Yürek bilmez-bilemez yol yordam, dost olmadan-olamadan…
Sufiler ve arifler ırak düştü şu aşk çölünden
Cezbeye kapılmak içün al kadehi mutribin elinden
O çölün elbet bir şafağı söktü ötede. Panayır kuruldu. Kadehler bir kâse cam içre geldi. Can geldi. Canan geldi. Özlenen gün, güzün baharı ve beklenen yar geldi. Hidayet kaynağı ve önderi geldi. Ariflerle Sufiler dize-yola geldi. Sonra…
Bayram günü gider herkes oluk oluk bahçelere kırlara
Bu mest halimle ben dönerim sırtımı meyhaneye, yönelirim Allah’a
Sırtım çivi cenneti. Yüzüm bal şerbeti. Bahçeler, bohçalar dolusu sevdalara gebe. Canlar, oluk oluk insan seline, oluk oluk kırmızı meyvalar dere. Siyahî günün ardı sıra canlar yerlerde dizile… Başlar bedenler yığıla üst üste. Memleketler feryat figan tizleye. Örtüsü ray-ı feda-i Hüda’nın açıla gözlere. Kırlar mest ahvalle bekleşe. Özlem kuyusuna daldırıp kovasını katranlar yüklene… Şafak çöksün. Güneş gersin gövdesini. Yüzler mutluluk ışığıyla sıvansın. Fakir fukaraya aş, cahil cühelaya irfan, zoru zorbaya merhamet, zeri zengine tok gönül, ‘’âlim ulemaya sorumluluk, avama ilim, müminlere aydınlık, aydınlara iman, tutuculara anlayış, anlamışlara tutuculuk, kadınlara şuur, erkeklere şeref, yaşlılara bilgi, gençlere asalet, hocalara-talebelere inanç, uyumuşlara uyanıklık, uyanıklara irade, tebliğcilere hakikat, dindarlara din, şairlere şuur, araştırmacılara hedef, umutsuzlara umut, zayıflara güç, muhafazakârlara perva, oturmuşlara kıyam, donup kalmışlara hareket, ölülere hayat, körlere görüş, suskunlara feryat, Müslümanlara Kuran, fırkalara birlik, kıskançlara şifa, kendini beğenmişlere insaf, küfürbazlara edep, mücahitlere sabır, halka öz bilinç; bütün milletlere karar alma himmeti, fedakârlık kabiliyeti, kurtuluş yeterliliği ve izzet…’’* Bir baran olup boşalıversin göklerden gönüllere, yüreklere ve akıllara, şuurlara ve genizlere… İşte o vakit…
Kutlu olsun Îd-i Nevrûz fakire de zengine de
Ey can dostum, puthaneden çıkmak içün bir kapı aç sen hele
Tek renk, yek avaz mevcudat ve kâinat… Zengin-fakir yek maidede… El ele kol kola diz dize… Güçlü-zayıf evli-evsiz… Tek göz baraka, çok göz şatoda hayat buldu. Benlik putu kırıldı. Yıkıldı puthane başıma. Dost, aç hele çıkmak için tokmağına varlığım ile vardığım şu kapıyı… Dilenci eyledim kılığımı. Yalvar yakar dolandım bendine. Ser verdim sırrına. Ve eğer sen, aşkın hikmet adına…
Hakikat meyhanesinin şeyhine ulaşmama izin verirsen
Geçerim ayaklarımdan, koşarım ona canla başla ben
Ve de tövbem-ahdim olsun…
İlim erbabının safında yıllarca dikildim durdum ben
Sonunda buldum sevgilimi o hataya düşmem yeniden**
-NOKTA-
* Aslı dua olan bu satırlar Ali Şeriatî’nin ‘Dua (sf. 110)’ kitabından alıntılanarak uyarlanmıştır.
**Beyitler İmam Humeynî’nin ‘Mesih Nefesli Aşk’ şiir divanından alınmıştır.
SÖZ&KALEM dergisi Mart sayısından
2 comments
Bazı yerleri anlayamasam da oldukça hoş bir şekilde anlatılmış Nevruz.. Nevruzu hissettik cumlelerde eyvallah
Nevrûz u bir an dhi gönüllerde şad edebilmişsek ne mutlu bize. Kendimizi bahtiyar sayarız..