OĞUL
-Yok be amca anlamaz mısın, yok burada oğlunun ismi. Defalarca baktım ama hiçbir yerde geçmiyor!
-Nasıl olmaz komutanım! Aldılar götürdüler yavrumu.
Şükrü Ağa bugünde komutandan umudunu kesip evine doğru yol aldı. Kapıda bekleyen şoförüne eve gitmesini, kendisinin yürüyerek geleceğini söyledi.
Tarlalarının önünden geçtiğinde dizlerinin üzerine tökezleyip ağlamaya başladı. “Ah oğul neredesin bir bilsem? Çocuk yaşta gurbet ettiler seni bana. Batsın savaşınız, batsın seferberliğiniz. Kudurmuş köpek gibi yavrumu elimden aldılar” diyordu. Yoldan geçenler “ Şükrü ağa neyin var böyle?” diye sorunca onlara “ Bana karışmayın” demekle yetiniyordu.
Evine vardığında aklında her gün olduğu gibi bugünde karısını döveceğini geçirdi. Oysa biliyordu hayatında ondan başka konuşacak, dertleşecek, kendisine bir kap sıcak yemek yapacak başka kimsesi yoktu. Kazandığı onca mülk, araziler, köyler, tarlalar, fabrikalar hiç kimseye miras bırakmadan elinden uçup gidecekti. Şükrü Ağa çoğu kez bu sebepten dolayı duyduğu üzüntü ve korku yüzünden tek dostuna şiddet kullanıyordu. “Ey be aptal karı bana neden tek çocuk verdin. Bunca yıl, o kadar gece sadece bir kayıp çocuk için mi benimle yattın? “ Karısı bu nefret dolu sözlere alışmıştı. Şükrü Ağa bu sözleri oğlunun kayıp olduğu ilk zamanlarda söylediğinde gururu çok incinir, oğluna duyduğu hasret en derin seviyelere ulaşırdı. Ama Şükrü Ağanın dayaklarına da , hakaretlerine uzun bir zamandır alışmıştı.
Şükrü Ağanın evinde her akşam olduğu gibi, yine kavga kıyamet vardı. Karısının attığı çığlıklar Şükrü Ağada daha fazla şiddet kullanma eğilimi yaratıyordu. “Vurma Bey yapma etme gözünü seveyim. Bunca yıllık hatırım için sadece için sadece bir günümüz gürültüsüz geçsin”. Karısının bu sözlerinden sonra Şükrü Ağa biraz durakladı. Kısa bir süre sonra Şükrü Ağa “Sen bana kayıp bir çocuk yerine, şu an karşımda duran bir yiğit verecektin o zaman. Bana bu kadar acıyı yaşatmayacaktın.” Şükrü Ağanın gözünde olan bitenlerin tek suçlusu karısıydı. Ve tekrar elini hava kaldırdı ama kalbinde bir sıkışma duydu. Birden bire nefes almakta güçlük çektiğini hissetti. Şükrü Ağa yere yığılmıştı.
Gözlerini açtığında kendisini hastanede bulacağını hissetti. Yanında karısı ve komutan duruyordu. Her ikisi de Şükrü Ağanın gözünü açmasından sonra derin bir ‘oh’ çemişlerdi. Komutan Şükrü Ağaya “Neden be Şükrü Ağa, nedir bu şiddet bak sağlığın artık kritikmiş diyor doktorlar, sen yıkılırsan biz ne yaparız?”. Şükrü Ağa bembeyaz sakallarının içinden sıcak bir tebessüm fırlattı. Yüzünü komutana dönüp “ Çocuğun var mı senin?” diye sordu. Komutan “3 tane var ağam, ellerinden öper. “Benim bir oğlum vardı, çocuk yaşta seferberliğe gitti ve bir daha gelmedi. Bunca yıl didindim, babamdan kalan ufacık bir mirasla bugünlere geldim. Ben bilirim açlığında, fakirliğinde ne demek olduğunu. Bu kadar malı oğlum için kazandım. Hayatı rahat geçsin, hiçbir zorluk çekmeden gül gibi geçinip gitsin. Ama onun seferberlikte kaybolması, bana hayatımın koskoca bir hiç üzerine kurulmuş olduğunu gösterdi. Bunca emek, geçen onca yıllar boşuna gitmişti. Oğlum yok artık, ben öldüğümde kime kalacak bunca toprak. İşte bu yüzdendir bu kadar üzüntüm.”