Okyanusu görüyorum ne zaman gözümü yumsam. Bana evi anımsatıyor. Hem uçsuz bucaksız bir kucak hem de içinde kayıp olacağın kadar engin geliyor. Nasıl okyanustan korktuğumu biliyorum. Derinliklerinden, dalgalarından, fırtınalarından ve hiç bitmeyen koyu maviliklerinden. Sonra bir gün öyle boğuldum ki, öyle çıkamadım ki bu yoğunluktan, korkmayı bırakıp akıntısına teslim oldum. Gelgitleri benim kıyıya vuruşlarım oldu. Göğü nasılda yansıttığına şahit oldum. Balinalarda sıcak bir yuvanın ne olduğunu gördüm, köpek balıklarında ise nasıl bu korkuyla başa çıkacağımı, onlarla yüzer isem hiçbir şeyin çok da göründüğü kadar cesaret kırıcı olmadığını gördüm. Neydi bu kadar karmaşık olan halbuki? Bir kere çözdüğünüzde doğasını doğanın, hep döndüğünü düşündüğünüz bu dünyada yer çekiminin tamda düşüncelerinizde yattığını kavrıyorsunuz. Sizi bağlayan, demir atmanızı sağlayan ve içinizdeki pusulanın sizi asla doğru yola sevk etmeyeceği düşüncesine gömülüyorsunuz.
Halbuki okyanus uçsuz bucaksız, o zaten her yerde ve hep öyle de olacak. Kaybolmanız hiç mümkün olmadı, gittiğiniz her yer ev, her yer onun varlığı ile dolup taşıyor. İşte bilgeliği tam buradan vuruyor kıyılara. Eğer göremiyorsanız, hissedebilirsiniz. Tek yapmanız gereken kafanızı göğe çevirmek. Yansıttığı gerçek orada sizi bekliyor. Bu evren her köşede sizi bekliyor olacak. Ondan kaçmanız, içinde kaybolmanız mümkün değil. Onun bir parçasısınız ve bu küçük bedenleriniz ile kafanız karışık olarak sadece kendinize odaklanmanız çok normal. Normal olmayan bunu tersine çevirmek için bir gün bile yıldızlara, bulutlara ve gerçekten mavinin geldiği kaynağa bakma ihtiyacı hissetmeyişiniz. Ev tam yanınızda ve siz ona bakmaya bile tenezzül etmeden yerde oyalanıp, hayıflanıyorsunuz. İçinizde sizden daha büyük alemler taşısanız da, inanmışsınız bir kere, sadece acınası olduğunuz gerçeğine. Neyi gerçekten korkularınızla inşa ettiniz? Hayallerinizin sonunda ki endişe neden hep orada? Kendinize duyduğunuz güvensizlik, hayata duyduğunuz öfkeye ve kırgınlığa yansıdığında istiyorsunuz ki mucizeler sizi bulsun. Hayır. Mucize zaten sizi buldu. Onun içinde var oldunuz. Ama görmemek adına inatçı bir tutumun içine hapis olmuşunuz.
Hissedin. Bir nefes alın.
En güzel bir anınıza tutunun. İçinde ne vardı o anın ? Aşk değil, başka bir
şey. Para değil, başka bir şey. Seks değil, başka bir şey. Ün değil, başka bir şey. Güç değil, başka bir şey. Sevgi nedir? Sarılmaları düşleyin, en içtenini. Ev tam o anlarda gizli. Unutmayın ev hep sizsiniz. O hiç kaybolmadı, hiç terk etmedi. Siz sadece eve dönmelisiniz.
Ev gibi hissettiğiniz o gün, kafanızı yukarı kaldırmak bir alışkanlık olacak. Doğal bir iç güdü gibi gelgitin kendisi olacaksınız. Tasasız akıntıya bıraktığınızda kendinizi, okyanus ile birlikte nefes alıp vereceksiniz. Kalbinizde hissettiğiniz bütün o sıkıntılar kaybolacaklar. Biliyorum. İnanması güç. Ama hayır. İmkansız değil. Bu Dünya’ya iyi bakın. Gün be gün imkansızı gerçek kılan hikayelere. Siz onlar olmayı hayal etmek zorunda değilsiniz. Ama evet, hayal ettiğiniz kişisiniz.
Öyleyse , kim olmayı seçeceksiniz ? Hayat zora girdiğinde onun neresindesiniz ? Akıntının içinde mi, dışında mı? Nefes almayı mı yoksa boğulmayı mı isterdiniz ?
Neye inandığınız
sorunuzun cevabıdır. Ve o sizi tanımlar. O yüzden dikkatli düşünün, cevabınız kendinizi nasıl tanımladığınızdır. Siz imkansız derseniz onu yaratacak olansınız. Ben ise imkanı yaratabilecek inanca ermiş olanım. Onu görüp görmememin bir önemi yok. Çünkü akıntının içindeyim ve gelgitin nefesini hissedebiliyorum. Gözüm gök yüzünde, yansımaya ihtiyacım olmadan evi seyrediyorum. Şimdi eve dönme zamanı, birlikte.
İster derin bir nefes alın ister umursamadan dalın o okyanusa. Boğulsak da , okyanusla bir olsak da her yol eve çıkmakta. Sadece buna uyanmanız gerekiyor. Ve mümkünse anlatın. Bolca gülün. Bolca her gün yeni bir gelecek yaratın. İçinde güzel sarılışların içtenliği olsun, evi yüreklerimizde hissettirecek türden.
Görüşmek üzere.