Ah sevgili Mari her zamanki gibi cilvelisin. Hemen bozulma öyle. Parıltılı gözlerinin üzerine çatık kaşlar yakışmıyor. Ha şöyle tebessümünü göreyim. Hatırlıyor musun, bu tebessümünden güç olarak seni sevdiğimi söylemiştim. Sense kahkahayı patlatıvermiştin. Kınalıada sahilindeydik. Dalga mı geçmiştin, yoksa sevinmiş miydin anlayamamıştım. Yine çattın kaşlarını. Olamaz, gözlerin de doldu. Aklıma geldi sadece… Tamam unuttum gitti. Sokakların ecesi Mari, gecelerin işveli, cilveli esmer güzeli dur gitme! Hayır, yeniden karanlığa karışamazsın!
“Beyefendi, beyefendi…” diyen bir erkek sesiyle uyandım. Uyku sersemi küçük bir çocuk edasıyla etrafıma bakındım. “Kınalı’ya yaklaşınca uyandırmamı istemiştiniz.” dedi kibar ve güven veren bir ses tonuyla. Yarım saat önce aramızda yaptığımız küçük yolcu dayanışmasını sağlamlaştırmıştık. Cama vuran kış güneşiyle hemen yüzümü yıkadım. Ardından genç yol arkadaşıma teşekkür edip denizi izlemeye başladım. Kendini gösteren sevimli iskele sanki benim için inşa edilmişti. Mari tekrar aklımda canlanmaya başladı. İçimde sebepsiz bir mutluluk yeşerdi.
Vapur iskeleye yanaştığında yolcuları ilk karşılayanlar kedi ve köpekler oldu. Kınalı’nın belki de en düşünceli sakinleri onlardı. Karaya ayak bastığımda kendimi arınmış gibi hissettim. Mari’ye ilk kez “Seni seviyorum.” dediğim sahilde yürüdüm. Kahkahalarını duyumsadım. Mari’nin bir anda çıkıp gelmesi için neler vermezdim. Yaralı yüreğim dermanını onun varlığıyla bulacaktı. Sahildeki banklardan birine oturup düşünceler içinde denize daldım, martılarla uçtum, ferahladım. Üşümüştüm. Isınmak için adanın küçük börekçisine girdim. Demli bir çayla kıymalı kol böreği siparişi verdim. Karnımı doyurduktan sonra boş masaların birinde duran gazeteyi alıp okumaya başladım. Etrafıma bakınarak sayfayı değiştirirken bir de kimi göreyim! En iyi arkadaşım Selda… Kendimi saklamaya çalıştım ama uyanık arkadaşım beni hemen fark etti. Yani Mari ile buluşma ihtimalim varken nereden çıkmıştı bu kız şimdi? Çok kızgın görünüyordu. Neden acaba? Hışımla börekçiye girdi. ” Allah seni kahretsin Ahmet! Üç günden beri Ömer ile seni arıyoruz! Yeter artık, Mari diye bir kadın yok! O senin yazdığın senaryodaki uyduruk karakterlerden biri! Karınla çocukların perişan! Ahmet bak, ya bu işi bırak ya da psikolojik destek al. Olmuyor böyle!”
Evet, galiba en iyi arkadaşım kafayı yemişti! Neden bahsediyordu bu? Ne karısı, ne çocuğu? Benim tek sevdiğim, biricik aşkım Mari’dir. Bu arada Ömer kim? Yeni erkek arkadaşı mı? Sarp’tan ne zaman ayrıldı ki bu? Öyle olsa bana söylerdi herhalde. Neyse sonra sorarım. Şimdi beni kendime getirmekle meşgul ve sinirli. Ah Mari keşke burada olsaydın seni en iyi arkadaşımla tanıştırırdım!
Serkan AKPULAT