Akşamın karanlığında evine dönüyor cellât.
Ortalık sessiz.
Zaman titretmekte solunan her nefesi.
Kapılar sürgülü.
Kim bilir hangi kapının ardında hangi hayatlar yaşanmakta?
Hangi kapıyı tıklatmakta ölüm?
Bilinmiyor.
Belki uzaklardan belki yakınlardan mütemadiyen böcek sesleri geliyor.
Nereden geldiğini tam kestiremiyor.
Istırap.
Belirsizlik insana hep ıstırap verir.
O ise ıstırabın ortasında kalmış bir kobay gibi, musalla taşında uyuyakalmış gibi, cehennemde hapşırmış, dünyanın değerini kıyametten sonra anlamış gibi…
Gibiler çoğaldıkça hayat zorlaşır.
Belki dar sokaklardan belki geniş sokaklardan, kaldırımlardan yahut yollardan, kapı önlerinden veya lamba diplerinden yürümeye devam ediyor.
Havada tanımlanamayan bir koku; belki çürümüş et belki paslanmış insan nefesi. Kokuyu duymamak için paltosunun yakalarını burnuna çekiyor. Ve ağır ağır nefes almaya başlıyor.
Bilirsiniz; nefes almak yerine göre bir ayrıcalıktır.
Bugün hâsılat iyi.‘Kelle başına’ düşen meblağı hesaplıyor kafasından.
Kafatasının içi insanların son sözleriyle dolu. Bir defasında bir adam, belki bir şair belki bir filozof, şöyle demişti ona hatırladığı kadarıyla:
Evet, bayım ölüyorum, ama sanmayın ki siz istiyorsunuz diye, ölüyorum çünkü yağmur kokusundan en çok ölüler nasiplenir.
Ve evine ulaşıyor.
Eşiğin önünde ceplerini karıştırıyor hızlıca. İşte buldu anahtarını.
Bir cellâdın evine girmesi mezarına girmesinden farksızdır.
Kanepeye uzanıyor boylu boyunca ve gözünün önünde beliren şekilleri izliyor som karanlıkta.
Karanlık; yeryüzünün en sade hali.
Kan kokan ellerini göğsünde birleştiriyor ve bir anlığına yorucu bir işi olduğu geçiyor aklından.
Bir cellâdın en büyük hatası kendini ölümsüz zannetmesidir.
Vücudunun her zerresinden utanıyor.
Bir insanı ortadan ikiye ayırmak hokkabazların işi, onun işi değil. Ama o bunu yapıyor.
Neden?
‘Neden diyorum sana?’
‘Çünkü umuttan yoksunum. Hayattan kurtulayım derken ölüme sarıldım sıkı sıkıya.’
‘O zaman başkalarının umutlarını çalarak umut kazanıyorsun.’
‘ Hayır, ben hırsız değilim.’
‘Hırsızsın.’
‘Peki, ne yapmalıyım?’
‘Bir gün örneğin yarın satırını bileylemeyi unut mesela. Unutmuş gibi yap.’
‘Nasıl yani?’
‘Kaderine kaza süsü ver’
Birkaç dakika sonra cellât bir eli yastığın bir eli iki bacağının arasında uyuyakalıyor. Bazı şeyleri yapmayı unutarak.
Umut bir kez daha bahanesi oluyor yaşamanın.
Ve yazar puslu gecenin aydınlattığı sayfasına ufak bir not düşüyor:
‘ Bir hayat var yaşanması gereken.
Ve herkesin elinin altında
Uzanabilene! ‘
Hatırlatma: Yaşamda galip gelen ölümü yenmiş sayılmaz.