tanrı hakkında düşünmeye pek vakit ayırmıyorum, o yüzden ateist de değilim. beni ilgilendiren şey, ne zaman öleceğim. ve ölmeden önce yapacaklarım. tanrının var olup olmadığını bilmiyorum. ama ben varım, ve sanırım olmayacağım. öleceğime inanıyorum. bu inanç bana ölüm olmayan hakkında ilham veriyor. sanki öleceğime inandıkça yaşıyorum. bu şaşılası bir fark ediş değil gerçi, herkes öyle yapmıyor mu…
insan, tanrıya değil de ölüme inandığında, ölüm hakkında daha çok düşünüyor. nasıl olacağı, nerede olacağı, ya da günün hangi saati… bu detaylar çok önemli. sıradan bir insan için de önemi var mı acaba, yalnız olduğumdan soracak birini de bulamıyorum bu saatte.
sanki kendimi ona hazırlıyormuş gibi hissediyorum. yani, ölmek için yaşadığımı, süslü bir cümlenin ötesinde, iliklerime kadar hissediyorum. doğrusu, inanç da bunu gerektirir değil mi. bir şekilde kendimi tamamlayacak ve kalbimi durduracağım. bir nefeste. her ne yaşayacaksam yaşayayım o anda, kalbimi yine ben durduracağım. bu, dünyadaki son görev. ve herkesçe tadılacak bir mecburiyet. bu mecburiyetin zamanını beklerken, yapılacak şeyler… işte o şeylerin, beni ölmeğe değer biri kılmasını istiyorum. bu isteğimi eylemek için planlar kuruyorum, erteliyorum. eyleme başladığımdaysa ölüm koşar-ayak geliyor sanki. yaşadıkça ölüme yaklaştığımı hissettiren şey de bu seziş… karakterimin, benim, varlığımın, yapmakla mükellef olduğu her ne var ise, onları yaptıkça yaklaştığımı hissediyorum ölüme. belki de bu yüzdendir insanların kendilerini hiçe sayıp düzenin içinde kaybolma hırsı, yani ölüme uzak olma arzusu, bir nevi ölümsüzlük isteği. işte onlar burada yanılıyorlar. bu yaptıkları, uyuşturucu almaktan farksız. zaman algısı da dahil, algıların körlenmesi ve bambaşka bir dünyadaymış hissi. onların bilmediği, ya da, bilip de onu algılamak için gereken tüm yolları kapadıkları şey, ölümün her şeye rağmen onlara yaklaştığı.
düşününce, düşündükçe korktuğum bir sanı, aptallar, aptallıkla mükellefse eğer… işte bu insanın ayıbı, kusuru, varsa eğer öyle bir şey… umarım yanılıyorumdur. fakat korkumda yalnız olmadığımı okudukça, yas tutacak hale geliyorum. ölümümü beklerken koşullarımı hazırlama derdimin yanına, bu yas ayinlerini de ekleyince, kendime harcadığım zamandan kısmış, evet, diğerleri için kendimden büyük bir pay vermiş oluyorum. bunun, diğerleri tarafından fark edilip edilmemesi ise konunun çok dışında. ölümle karşılaştığımda, kollarımın arasına bu derdi de sıkıştırmış olacağım. öyle düşününce, keyifli bile geldi. hani, yazlığa giden biri gibi, şunu da alayım, şu da gerekir diye diye bavulunu doldurup başka poşetleri de kollarına sıkıştıran… yazlığa gitmek… yazlık keyifsiz. yolculuk, yazlık gibi bir bedele değer! yazdıkça metaforlar birbirini çağırıyor. daha rahat anlıyorum artık neden etrafta yüz binlerce süslü püslü sözler dolaşıyor ölüm hakkında. sanki yazdıkça uzaklaşıyormuş gibi… hayır, başka birinin ölümünü anlatıyormuş gibi demeyeceğim.
aklımda, fazlaca ölü ardı ağlayışı var… ben mi, ben de ağladım tabî, bir seferinde. yani, hiç ağlamaz değilim. yakında birinin tanıdığı öldüğünde, hüngür hüngür kendi tanıdıkları için ağlayanları gördükçe tiksiniyorum. bu benim için kontrol edilemez bir his. afedersiniz.
konumdan sapmamalıyım. burada yazmakta olduğum şey, ölüm üzerine bir deneme yazısı değil. ben ve ölüm hakkında… evet, sahiden tehlikeli. üstelik, kulağımda, hiç de hoş müzikler çalmıyor. fakat, ölümün gelişini engelleyemeyeceğim gibi, geleceği anın sıradanlığı, beni ürkütüyor.
kim bilir ben ölürken, kaç çocuk ekmek almaya, gofret almaya gidiyor olacak, kaç kadın, bilmem kaç erkeğin mahkûmu olacak, bilmem hangi tatil beldesinin otelinde sevişen iki kişi, alt kattaki konuk için yalnızlığın en ilkel aynası olacak… yahut dünyanın ülkeden ibaret olmadığını, kim bilir hangi çocuk, atlastan değil de, şiirlerden öğrenecek… ah… ölürken bunları düşünmek, ve mümkünse ölüm anında en çok yaşadığımı hissetmek istiyorum. beklentim bu. yani öyle olmayacaksa, yani istediğim gibi ölemeyeceksem, istediğim gibi yaşamamın anlamını rahatlıkla göz ardı edebilirim. ne lüks ama…
kalbini durdurma lüksü… ölmekle yaşamak mecburiyeti…
öleceğim andaki pişmanlıklarım, umarım parmaklarımı geçmez sayısı…
öleceğime inanıyorum. ölümümü tasarlıyorum, bununla meşgulüm… bana, birinin, yaşamayı atlıyorsun demesine ihtiyacım var… ölümü yaşamak için arzuluyorum…
şimdi gidip uyuyacağım. uyurken tedirginim, uyanıkken de. bir günü daha atlayacağım. yeni stratejiler peşindeyim. neler peşindeyim?.. öyle bakınca bilmiyorum demeyi özledim.
sabah, bilmiyorum… ama, gün batımı öyle güzel gider ki…
hele gözlerim dönükse güneşe. ay, doğduğunda, beni bulamasa da olur.