‘O’na sahip olanın her şeyi var. Şerefi bile üst düzeyde, hatta hiç yoksa bile var görünür. Düşünürdüm çocukken; “alt tarafı bir kâğıt parçası, nedir onu bu kadar değerli kılıp da herkesi üst mertebeye eriştirmesini sağlayan şey?” diye… ‘O’na kâğıt parçası diye bakardım, vereceksin, alacaksın. Bitmez sanırdım, hiç bitmez… Sen verirsin, karşılığında alırsın o hiç bitmez. Şimdi anlıyorum, kâğıt parçasının değerinin neden paha biçilemez olduğunu… E güçlüsün, o varsa her şeyin var; o varsa gücün var, o varsa soylusun, o varsa sen varsın, o yoksa çöp yığınına atla da soyun kurusun! ‘O’na sahip olamıyorsan şerefini de değerli bulmuyor hiç kimse. Yüreğinin soyluluğunu da keşfetmiyor. Sesini duyan zaten nedense hiç olmuyor. O öyle bir dert, bir bakıma da öyle bir nimet ki… Ama varlığında kıymetini bilmezsen seni yokluğa atıyor. Yokluğa karşı direnirsen, mükâfat olarak geri dönüyor. Bir tek insanlar bilmiyor kıymetini, ‘o’ sende olmayıp, senin olmayınca… Bir tek insanlar seni yabana atıyor, sahipsizler kervanına biletini bile kesmiyorlar. Kimse kimseye bu dünyada, ‘o’ olmadan günâhını bile vermiyor biliyor musunuz? O öyle bir dert, bazen de öyle bir nimet ki…
Çok olursa başın yanıyor adeta, etrafında bir sürü şaklabanı pervane ettiriyor. İnsaflıysan ne ala! Az varsa sıfatlılar listesine girmeye bir bakıma hak kazanıyorsun, hiç yoksa nihilizmden nasibini alıyorsun. Adeta hiç oluyorsun! Bakın görün bir kâğıt parçası dediğimiz, kâğıt parçası diye baktığımız bizlere neler yaptırıp, neler yaşatıyor…
Aslında o bir kâğıt parçası değil. Aslında o, miktar miktar ömür biçtiriyor bizlere… Değerli-değersiz kıldırıyor bizi el-aleme! ‘O’ yoksa hiçiz, sanki bizlerde birer birey değiliz. Makam değiştirmemizi sağlıyor.
‘O’ öyle bir şey ki… Aslında göründüğü gibi değil; çok canlar yakıyor. Adı ‘para’ onun… Hani var ya bildiğimiz; Atamızın resminin üzerinde olduğu… Hani var ya çocukken sakız almak için annelerimizden babalarımızdan istemeye korktuğumuz, aldığımızda sevinçten dört köşe olduğumuz… Adı ‘para’ onun… Hani var ya onunla her şey yapılıyor, bir tek şeref satın alınamıyor. Onu da parayla eş tutanlar var ya… Doğruların üzerini bile çizip, adını yanlış koyanlar… ‘O’ varsa her şeyiz biz; ‘O’ yoksa şerefimiz bile kiralıktır herkes için…
Satın alınamaz, kiralanır! Hani vardır ya arabaların, evlerin üzerine yazılır. Kiralık, satılık! Onun olmadığı yerde hiçbir şey bir saniyeliğine bile alınamaz, cesaretli ve de günaha meyilliysen sadece çalınır! Adı ‘para’ onun… Eşlerin hanımlarına ‘lazım olur’ deyip de verdikleri, hanımların bir köşeye iliştirip gizledikleri…
Çocukların isteklerinin karşılanmasının lazım geldiği… Hani bildiğimiz para canım; o yoksa alaycı bakışlara layık görüldüğümüz, o varsa el üstünde tutulup dünyanın en soysuzu olsak bile en değerlisi göründüğümüz…
Odur maddi açıdan bizi refaha kavuşturan fakat hep unutulur, manevi açlığımız nasıl giderilir? Sanırız ki onunla, sanırız ki bize biçilen değerle, bir kâğıt parçasıyla…
Unutmayın a dostlar! Unutmayın ki; kulağınıza küpe olsun. Odur iki adım öteye geçmemizi sağlayıp, manevi açlığımızı tatmin etme derecesine kadar baş gösterip, otuz iki dişimizi açıp da poz vermemizi sağlayan… Yazık ki bu böyle… Düşmüşüz mal derdine kimsenin ruhu duymaz canının derdine düşüp de kan ağlayan var mı yok mu diye…
Ekmeğin derdi de paradır. Ekmek de bilir ki; ‘kendisi’ olmazsa biçareler doyamaz. Ekmek de bunu bilir de susar. Tok açın hâlinden ne anlar misali… Ekmek de düşmüştür bir derdin peşine, “bugün kimleri doyurabileceğim” diye…
Dilara AKSOY