Bilmiyorum ne olacak bu halimiz? Çayın yanında katık oldu dertlerimiz. Artık ana baba değil, internet oldu sığınılacak tek gölgemiz. Peki, ne yapmalıyız sence ey bu zamanın küllerinde kaybolmuş kıymetlimiz? Seninki de soru mu kuzum? Yapılacak şey belli. Siyaha boya! Seni üzenleri, seni üzenlerin sana hunharca kustukları acıtan cümleleri, sana ”Canım,” ”Balım.” deyip sonra da topuklamış kız/erkek arkadaşını ve daha kafanı bozan ıvır zıvırı.
”Tamam, diyelim ki dediğini yaptık. Her şey çözülecek mi?” diye dediğini duydum sanki. Ben öyle bir şey demedim. O halde gelsin biri, gitsin biri. Unutalım gelmişi geçmişi. Gelsin biri gitsin biri, silelim gelmişi geçmişi. Olabilir. Olmayabilir de. ”Welcome to the jungle!” şekerim. Tamam, sakinim. Şimdi başa dönecek olursak; hani dedim ya: ”Onu siyaha boya!” diye. Evet? Peki bu dediklerime; korkular, hayal kırıklıkları, kâbuslar da dahil mi? Hayır değil. Bize sunulan paket belli. Korkular, hayal kırıklıkları ya da kâbuslar olmadan hayatın tadı çıkmaz. Bizi insan yapan bunlardır. İyi de ben bir insan değilim ki! Düpedüz bir hayvanım. Su katılmamış bir Vietkong orkestrası, varyemez bir kodaman; nikah masasındaki eski manitasına ”Bu adam kim diye soran olursa, ‘Eski bir dost.’ dersin sevgilim.’ diyen adamım.
O halde kendimi çocuk ve ergen psikiyatrı olan enişteme havale ediyorum. Peki, öyle olsun. En başta dediğim gibi: Sen siyaha boya. Her şey çok güzel olacak siyaha boyayınca. Rolling Stones’un şarkısında da denildiği gibi: ”Siyaha boyalı olmasını isterim, siyaha boyalı.” Cehennetin dibi be!