adı hatırlanmayan bir günün daha ardından doğuyor güneş
ve uyumuş da,
öyle bir büyüyor ki,
öyle bir…
umut gibi,
büyüdükçe, kavuruyor zihnimi…
istiyorum,
öyle bir istiyorum ki güneşi,
büyüdükçe daha yakın, daha ulaşılmaz oluyor sanki,
komplekslerimin kucağında son nefesimi veriyorum sanki,
ya da alıyorum ne fark eder,
ya da kime ne…
saçlarım kısırlaşmış,
elimi attığımda düşükler peydahlanıyor,
hem de piç bir yaşlılık döküntüsünü avuçluyorum evladım gibi,
hüzünleniyorum…
bir göz yaşı daha dolsa hayatın kadehine ne fark eder,
kime ne?
ihtiyar,
konuş da dinleyelim,
mesela pişmanlıklarından bahset ve ağla bakalım,
neydi boş hayallerin,
hangi saçmalıklar için anasını sattın dünyanın,
ağla da zamanın kısırlığından bir acı daha sıçılsın ruhuna,
sanki çocuğun gibi sarıl biraz daha ve her zaman yaptığın gibi,
öp de alnına koy, günah olmasın,
öyle ya,
piç de olsa senden nasıl olsa.
avuçla, genzine dolan bu tiksintiye rağmen,
hoşmuş gibi bir oh daha çek,
ve ağla ihtiyar…
Senden çok var,
pisliğini bir heykeltıraş azmiyle şekillendirmiş gibi alın teriyle dolu günahlarını savun hala,
buyur ihtiyar,
pişman olsan ne yazar,
zamanı beline doladığın gibi çöz bakalım,
pişman olmak yetmez,
ver acınla kavurduğun günleri geri,
geri ver ulan,
hediye istemiyorum senden,
çaldıklarını ver,
ve ağla,
pişman olmak da yetmez, af dilemek de,
affetmek neye yarar,
hem,
öyle ya
öp de alnına koy günah olmasın,
senin yaptıkların yalnızca seninmiş gibi
öp de alnına koy ulan
öpeyim!!! haysiyetinden arta kalanları, demek isterdim,
nerede?
çürüttüğün delikanlılığın nerede?
ağla!
Yediğin bokları savun hala,
neden pişmansın sanki,
ağla ulan, ne fark eder,
orospu çocukları gibi sırıtıyor ölüm karşında.
pişman ol,
uyumuş da büyüyen güneş değil
uyumuş da büyüyen geçmiş
çoraklaşan kafamda parlıyor,
oda parlıyor,
güneş sandım desem ne fayda…
ağla ulan şerefsiz,
inandıkların doğru gibi geliyordu da ağzımıza sıçıyordun ya,
hani heykelıtraş azmiyle sıçtığın hatalarını sarıp sarmalayıp bize yediriyordun,
ne doğru,
ne yanlış…
nerede kaldı inançların,
koskoca bir ölüm sırıtıyor karşında
hemde orospu çocuğu gibi.
pişman olsan neye yarar,
ayaklarının altında ezdiğin onca zamanlar
onlarca zaman parçacıkları kalmış dişinin arasında,
hani daha sindirememişsin,
ben varım orada,
yutkunduğunda, gırtlağınla yemek borusunun arasında bir yerlerde
sana nefes almayı dar eden sen varsın.
bir tutam daha saçını avuçla ve seyret,
ağlamak fayda değil,
pişman olmak da öyle.
değişebilir misin?
ağlamak da kolay nihayetinde,
bir çemberin içindesin,
kaçabilir misin çizgiyi aşmadan?
ağla ihtiyar,
çocuğun gibi büyüttüğün hatalarını öp de alnına koy.
geçmişi farzetsem ne olur,
bir ölüm sırıtıyor karşında,
hemde ismi lazım değil bir biçimde.
ağlamak kolay da,
birazdan öleceğini de bilsen değişebilir misin mesela?
yıllarca sonra,
eskiyen etimin çatlaklarında, kalınlaşmış tırnak uçlarımı gezdirirken
sen, ben,
birazdan öleceğimi bilsem
değişebilir miyim yine de?
hadi, sonucunu boşver,
ister miyim en azından?
pişman olmak kolay,
ağlamak da,
sahte peygamberlerin dergahından kaçabilir misin?
içinde bir tomurcuk yeşerir miydi başında kısır bir yalnızlıktan peydahlanmış
anası belli babası belli…
ister miydin en azından?
uyumuş da çok yaşlanmış bu sefer.
umudetmek ne fayda?
ağlama,
kıyamam,
aynaya baktığında senden intikam almak isteyen
aynaya baktığında çoktan intikamını almış
dokunsan anlayamayacağın bir sen,
harcadığın…
ağlama,
yalnızca bir gün
boşver gitsin.
haklı olmasan da, aynı şeyler,
çok uyumuş da fazla büyümüş,
pişmanlığın olmaz en azından.
ağlama
kıyamam…