Birinci hikayenin devamıdır.
Evvelce, uzun yıllar önce, İskandinav dağlarının üstünde, insan gözünün görmediği, gökyüzünün biraz altında şaşaalı bir yaşam süren, insana benzeyen, ancak insandan çok daha hızlı hareket eden Bürünebilenler adında yok olmaya yüz tutmuş bir kavim vardı. Gökyüzündeydiler ama mağrur değildiler. Kavminin yok olmasından korkan bir general farkında olmadan çok büyük bir hataya kalkışmıştı. Kara Boynuz adında gizli ve şeytani bir örgütün liderine boyun eğmişti. Şeytani gücün sahibi olan Kara Boynuzu Krallığın başına geçirirse her şeyin düzeleceğine inanıyordu ve onu başa geçirmek adına sinsice planlar yapıyordu. Zihinlerini yıkadığı bir avuç askeriyle bir gece yarısı buluşarak Sahra Çölüne indiler ve Kara Boynuzla görüştüler. Bu görüşmede generale kuvvetli bir Tılsım sunuldu. Bu Tılsım karşılığında General ve diğerleri ruhlarını Kara Boynuza satmışlardı. General bütün bunları kavminin ilelebet ayakta kalması için yapıyordu. Doğrusu Tılsımın gücü çölde bir enerji gibi yayılıyordu. Daha sonra Kara Boynuz, Generale, ‘Kılıcını çıkart ve sertçe savurup kuma sapla’ dedi. General kılıcını yere sapladığı anda kaynağı tılsımdan olan enerji bedeninden süzülerek kılıcına, oradan da kumlara akarak kocaman bir alanı tarumar etti, sanki gök taşı düşmüştü. Ve işte o zaman yenilmeyeceklerine o kadar inandılar ki Gökaltına geri döndüklerinde sabaha karşı bir isyan başlattılar. İnançlarında yanılmamışlardı Kralı katledip başa Kara Boynuzu geçirdiler, bi çırpıda ve oldukça kolay olmuştu. Fakat kralın oğlu Ziver, olay cereyan ettiği demlerde en güvendiği Bürünebilenlerden bir grup kurup kendi diyarlarından kaçmayı başarmışlardı. Ziver, beraberindekiler ile birlikte hayranı olduğu ve gizli gizli görüştüğü Babilli bir büyücünün Tabahum’un yanına gitmişlerdi. Olanları büyücüye anlatınca, Tabahum onlara bir ay beklemelerini söylemiş ve bu Ziver’in yanındakileri öfkelendirmişti. Zira bir ayda kim bilir neler değişirdi. Daha sonra büyücü onları zorda olsa ikna etmeyi başarmıştı. Bir ayın sonunda Tabahum onları mabedine buyur ettiğinde, en nihayetinde mavi, ışıldayan bir Tılsım getirerek Ziver e uzattı. Ve onun kulağına tılsıma hükmetmesi için söylemesi gereken kelimeleri fısıldadı. Böylece Gökaltına geri döndüler. Kara Boynuz Tılsımın etkisini hissettiği gibi kaçmıştı, çünkü bu Tılsım onu yakıyordu, eritiyordu. Elbette Ziver, General ile askerlerin kellelerini bizzat kendi elleriyle almıştı. Daha sonra babasının yerine, kavminin başına geçmişti. Generali ve askerleri öldürmek ne hırsını nede acısını dindirmişti. Fırtınalı bir şafak vaktinin ortasında Ziver dört bir yana casuslarını salıp Kara Boynuzun saklandığı yeri bulmalarını emretmişti. Kara Boynuz tam o vakitlerde Babilde bir köydeydi ve Tabahum’un kanını içiyordu.
O gece yattığı yataktan kan ter içinde kalkmıştı Ziver, gözleri kocaman kocamandı ve nefes nefeseydi. Gördüğü rüya onu şaşkına çevirmişti. Sonra boynunda asılı olan tılsımı aldı avucunun içine, bir ses ona, ‘ Kaç burdan’ diyordu.
Devamı Gelecek…