Her yer terk edilmiş kokuyordu, terk edilmiş ve unutulmuş. İçinde bulunduğu oda artık ona ait değildi, birkaç dakika sonra her şeyini alıp gidecekti gecelerce yalnızlığını dinlendirdiği odadan. Odanın ortasında dikilmiş dururken etrafa son bir kere bakmak istedi; karşısında çalışma masası vardı, üzeri tamamen boştu -hiç bu kadar boş olmamıştı- masanın üzerinde pencere vardı, pencerenin perdeleri her zamanki gibi sonuna kadar açık -güneşi seviyordu- yan tarafında duvara dayalı yatağı duruyordu, tamamen çıplak.. Odadaki son mobilya yatağın yanındaki küçük komodindi, o da tamamen boşaltılmış.. Oda bundan ibaretti işte, bu kadar basit ve amacına yönelik. Şimdi ilk geldiği gün, içeriye ilk adımını attığı gün gibi boştu oda, boş ve ruhsuzdu, sanki içinde hiç yaşanmamış gibi, bu da hüzünlendiriyordu onu. İçinde daha önce olacağını tahmin edemediği ince bir sızı hissetti, mutluluğu bir kenarda bekliyordu, şimdi hüzün vaktiydi. O kadar mutlu olacak sebep varken, o anda, o dakikada onu mutsuz eden sebep bir daha asla o küçük ve yalnız odada bir başına sabahlayamayacak olmasıydı. Ne kadar çok zaman geçirmişti oysa orada. Hayatında ilk defa kendine ait bir odası, bir çalışma masası ve parmak uçlarında yükselip sadece kendisinin bakabileceği bir küçük penceresi olmuştu. Çok küçük şeylerdi bunlar, çok küçük, kendine bunu hatırlattı, ama aynı zamanda da bir ilkti tüm bunlara tek başına sahip oluşu. Koca bir şehirde ilk hayatıydı, yeniden doğmuş gibiydi, kendini yeni tanımaya başlamış ve her şey bu odada gerçekleşmişti. Bülbüllerin güzel sesleriyle sabahlara kadar oturmuş, hayaller kurmuş, kendi kendisiyle konuşmuş -gerçekten konuşmuş- ve hayatında ilk defa başka hiçbir sese kulak vermesi gerekmeden dikkatle dinlemişti. Büyümüştü bu küçük dört duvar arasında, o yüzden kimse ona bunun önemsiz olduğunu söyleyemezdi, önemliydi çünkü iplerini koparmıştı bu oda, hayata salmıştı onu.
Eşyaları kapının dışında duruyordu. Ceketi ve çantası askılıkta. Saate baktı. Vakit gelmişti. Güneşin devri başlamıştı ve bu şehir onun melankolik ruhuna katlanmak zorunda kalmayacaktı artık, gidiyordu. Bir dahaki sefere görüşmek üzere veda ediyordu binalarla ve kalabalıkla dolu şehre, bu odayaysa son vedasını ediyordu, ona çok şey borçluydu, çok şey öğretmişti ona pembe duvarlı oda ve onu bir daha göremeyecekti. ‘Tamam, kendine gel’ dedi içinden, ceketini giydi, çantasını omzuna taktı ve kapıya yürüdü.
2 comments
Çok güzel,akıcı.
teşekkür ederim:)