Yaklaşık üç sene sonra kalemi elime aldığımda, ellerim ilk defa bu kadar heyecanla titriyor. Seni yazmak hep yaptığım şeydi; ama seni sana bakarak yazmak… İşte bunu ilk kez yaşıyorum. Gözlerine, kaşına, kirpiğine dokunarak; yanağından okşayarak, seninle konuşarak seni yazmak ne büyük bir mucize…
Elinde hiçbir şey olmadan yazmak gerçekten çok zormuş, bunu şimdi anlıyorum. Seni sevmek kadar zor… Ama şuan elim ayağım buz kesiyor, nefesim daralıyor, kalbim sıkışıyor, başım dönüyor sol yanım… Sana yeniden ‘yanım’ olduğun yerden; ‘yaram’ oluncaya kadarki süreçte tekrar aşık olmak, tekrar sevmek herhalde bunun adı. Sen benim yarımdın; yaram oldun; ama şimdi hemen dibimde, yanı başımda saçlarından satırlar diziyorum. Bu mucize mi bilemiyorum. Sayfalar uçuşuyor parmaklarımın arasında; kekeme replikler düşüyor kalemimden. Heyecandan olsa gerek. Ama yinede canlandı(n) işte.
Bir kare fotoğrafın verdiği heyecanı anlatmakla başlamak istedim canım benim. Elimde hiçbir şey kalmamışken; bir fotoğrafın izlerini düştüm günceme. Hala güzel bakan gözlerin, belki ilişir satırlarıma diye umut besleyerek devam ediyorum yazılarıma. Şahit tuttuğum gün gibi geceyi, ayı ve yıldızları; şahit bıraktım sana ıslak satırlarımı…
Ömer Köroğlu’nun seslendirdiği ‘ Öyle Özledim Ki Seni’ şiiri dönüyor kulaklarımda. Dinledikçe öyle özlüyorum ki seni. Her an, her saniye o kadar özlüyorum ki… Anlatmaya yetemediğimden üç noktalı cümlelerle bitiriyorum yazılarımın sonunu. Sonsuzluğu sonlandırdığım cümlelerin ardına sığdırıyorum işte…
Kırmızılar giymişsin. Gördüm. Yakışmış allar üzerine. Bütün renklerin senin için yaratıldığına şahitlik edercesine duruyordu üzerinde. Sen gökkuşağını gülüşünle renklendirendin; renklerin cümbüşü hep dudaklarının kıvrımlarında belirir; gülümsedin mi bahar gelirdi bu yüzden. Gülüşün hala aynı sevdiğim; gördüm. Heyecanlandım; ritmi değişti kalbimin, içim kıpır kıpır; çok uzaklarda baharı bekleyen tomurcuklar gibi heyecanlandım işte.
Bana bakmayan gözlerini gördüm. Bir fotoğraf karesinde… Gördüm, kime baktığını bilmeden; neye gülümsediğini bilmeden sadece gördüm. Sen güldün, ben neye güldüğünü bilmeden sadece pay aldım kendi hisseme. Senin baharından çorak arazimde kuruyan satırlarıma cansuyu taşıdım; seni yazdım yeniden…
Bir fotoğraf deyip geçme dedi adam kendi kendine. O kadar çok özlediğini fark etti ki; yazıverdi bir solukta. Hiç resmi olmadığı için pişmandı. Keşke hepsini atmasaydım diye düşündü içinden. Ama özlemeyi bile doruklarına kadar yaşamıştı yıllar sonra gördüğünde. Bu yüzden üzülmedi, yazdı hasretini. Dünyaları yine sığdırmıştı avuçlarına. Avuç içi kadardı ya yüzü hani; güldü mü dünyaları avucuna sığdırdığını söylerdi hep. Yine olmuştu işte. Avuç içindeydi dünyası; sol yarısı; yarası olarak yine buradaydı:
‘Bir fotoğraf karesinde…’