-ona ithafen-
alarm çaldı.
vurdum.yastığa vurdum daha sonra.
söverek uyandım.
boynum,kollarım,daha doğrusu bütün uzuvlarım acıyordu.
saat 8
kötü bir güne uyanmak için daha ne olabilirdi ?
duş aldım,mutfağa gittim.bir şeyler yemeye çalıştım.midem almadı.
kustum.
beyaz gömleğimi ve siyah pantolonumu giydim. traş oldum.
en çok traş olmaktan nefret ederdim.
gökkuşağı kafeye doğru gittim.
hemen önünde bir sigara yaktım.
nefret ediyordum her şeyden.olabildiğince her şeyden.
servis geldi.
gittik.
çalışmaya başladık.
yüz masa bin sandalye.dizdik hepsini.
arı gibiydik.
örtüleri yerleştirdik.
her şeyi yaptık.ne iş varsa hepsini yaptık.
hiçbir şey hissetmiyordum.
hiçbir şey düşünemiyordum.
midem bulanıyordu.
gözlerimden kan fışkıracak gibi hissediyordum.
önüme konan her işi afiyetle yapıyordum.
çektiğim tüm acıyı umursamadan.
sonra bir şeyler yemeye başladık.
zil çalmıştı.
beslenme saatiydi.
önüme konan yemeği afiyetle yiyemedim ama.
bir sigara yaktım.boğazımı yakıyordu sigara.
tükürdüm.attım sonra sigarayı.
diğer elemanlara baktım.hiçbirisini tanımıyordum.
umrumda değillerdi.
hepsinin gözlerine bakıyordum.
gökkuşağı kadar anlamsızdı gözleri.
öğleden sonra yemekleri,tabakları,bardakları,çatal ve bıçakları taşıdık.
masalara yerleştirdik.
siktiğim peceteliklerini,
siktiğim sürahilerini.
hepsini taşıdık.
midem bulanıyordu.
misafirler gelmeye başlayacaktı.kendimize ufak bir mola yaptık
ünlü bir iş adamının yemeğiydi.düğmelerimiz sonuna kadar ilikliydi.
ayakkabılarımız siyah.
saçlarımız jöleli.
masalar dolmaya başladı.
hepsine yemek ve içki servisi yapıyorduk.
yiyorlardı.
ağızlarından akan o iğrenç yağı izledim.
iştahla yiyişlerini.
iğreniyordum.
içki isteyişlerinden.
her şeyi zevkle silip sürüp yok etmelerinden.
bir kabileyi yağmalayan ordu gibi.
öldürüyorlardı.
kalan her şeyi yiyip içiyorlardı.
ırzlarına geçiyorlardı sahipsizlerin.
nefret ediyordum bu işten.anlamsızca kendimi paralayıp durmaktan.
her sabah daha ne kadar kötü olabilir umuduyla kalkıp haklı çıkmaktan.
yarının bugünden iğrenç olacağı fikri beynimi kemiriyordu.
misafirlerin yemeklere yaptığı gibi.
sonra biri seslendi.
gittim yanına.
“günde kaç para alıyorsun ?”
“değmeyecek kadar az.”
“ismim Burner.”
“Bay Burner ne istemiştiniz ?”
masanın altından siyah bir poşet çıkardı.
“bunu versem buradan çekip gider misin ?” dedi.
“içinde ne olduğuna bağlı.”
açtı.deste deste para vardı içinde.
aynı o villalarda oturan göbekli orospu çocuklarının kasalarındaki gibi.
“alamam.”
“almak zorundasın.geberecek haldesin ve hala kendini paralıyorsun.”
sktir dedim.
boşversene kim bu kadar şanslı olabilirdi ki ?
tanrıyı bile kandıracaktım.
“şimdi bitirdim seni.”
yazgımı haklıyordum.
aldım poşeti.
“teşekkürler Bay Burner.”
“ismin neydi ?”
“Henry.”
o kadar paraya karşılık bir tek adımı vermiştim.
kozumu oynuyordum.çok paraya az iş.
şefin yanına gittim.
“orospu çocuğu burdan siktir olup gidiyorum.yapacağın işi sikeyim.sen sigaranı yakıp bizi izlerken
iflahımız sikiliyor burada.”
yumruğumu göstererek
“bunu götüne sokmak isterdim.”dedim
cevap vermedi.belamı bulamamıştım.
parayla çıktım ordan.
taksi tuttum hemen.
doğru bara gittim.
hakan abi ordaydı.diğer dostlarım ordaydı.
hepsine içki ısmarladım.
bağırarak
“BENDEN.” dedim.
gülüştüler.mutluyduk.
her şey buydu.
bir tomar para.
hayatın boyunca götünü de silebilirdin,iki amcıkla da uyuyabilirdin.
ordan kalktım.sokağa çıktım
kaliteli içki ve sigara aldım.
pastaneden daha önce yemediğim bir yandan da Chuck Palahniuk’un yeni çıkacak kitabı kadar merak ettiğim tüm tatlıları aldım.
eve doğru sürüdüm ayağımı ay ışığında.
güzel bir gece olmuştu.
sabah yine zombi gibi uyandım.
bu sefer mutfağa gitmedim.
bir mekana oturup kahvaltı ettim.
sonra arabamla yağmur’un yanına gittim.
evinin önünde durdum.
aradım telefondan.
“nereye gitmek istersin ?”
“fark etmez.sen nerdesin ki ?”
“aşağıda.”
“biraz beklemen lazım ama.”
“olur.”
belki milyonlarım vardı ama hala bekliyordum.bir fiske eksik vurmuştum tanrıya.
indi aşağıya.gri elbisesiyle.şıkır şıkırdı.enerjisini görebiliyordum.
işte dedim.
beni taşıyacak bir kadın
“nereye gidiyoruz ? “dedim.
“bilmem ki.”dedi.
sahile doğru sürdüm.kontrol bendeydi.
bir yere oturduk.
türk kahvesi söyledik.özellikle siparişi zorlaştırdım.
şimdi herkesi s.kme sırası bendeydi.herkesten intikamımı alacaktım
gözlerinin içine bakıyordum.
bana karşı bir şey hissettiğine emin değildim.
beni kim niye sevebilirdi ki?
sadece beynim vardı.
o da bir boka yaramıyordu.düne kadar.
kahveler geldi.
konuşuyordu bir yandan.bir şeyler anlatıyordu.sabaha kadar dinleyebilirdim onu.
özellikle onu izlemek.
işte bunu düne değişebilirdim.
ciddiyim.
neyse.
baya oturduk.
sonra onu evine bırakmaya karar verdim.
atladık arabama.
yolda kararımı değiştirip ormana doğru sürdüm.orda hiç kullanılmayan bir kulübe vardı.
tam denizin kıyısında.
“nereye gidiyorsun ?”dedi
“uzak değil.”
geldik kulübeye.
denizin kıyısına oturduk.
“istediğin her yere gidebiliriz.”dedim.
“nasıl ?”
“istediğin yere gidebiliriz sadece gelebilmen yeterli.”
“nasıl gideceğiz ?”
“nasıl olduğunu sorma.”
“gelemem ki.”
“benle gelmek istemiyorsan rahatça reddedebilirsin.”
“hayır öyle değ….”
“sus !”
ayağa kalktım.sinirlenmiştim.yine midem bulanmıştı.
bağırmaya başladım.nasılsa kimse yoktu.
cebimde ona yazdığım mektup vardı.içimi döktüğüm.
ona hiçbir şey anlatamadığımı,itiraf etmekten değil sonucundan korktuğumu falan filan yazdığım mektup.
kısacası itiraf mektubum.
ona verdim.
“eve gidince okursun.”
bindik arabaya.evine bıraktım.
sonra bara sürdüm.
ne yapacağımı bilmiyordum.
oturdum ve düşünmeye başladım.
kaç gece solacaktı böyle ?
karanlıkta salına salına eve gidip yalnızlığımla başbaşa kalmaktan sıkılmıştım.
saf yalnızlık.tırnak uçlarıma kadar.
kızamıyordum.
sinirlenemiyordum.
golden cinsi köpekler varken,
kim sevebilirdi ki çirkin bir sokak köpeğini ?
A.Alperen Bayram