Kadın, ürkütüyor senin bu suskunluğun beni, dedi. Yüzündeki mahçupluğu saklamaya çalışarak. Gözlerini kaçırmaya çalışsa da gerçekler gün gibi ortadaydı. Tam dört yıl onu beklemişti genç adam.
Kadın onun gözlerine bakmaya çalışırken onun gözleri daima etrafa bakıyordu. Yine onun gözlerine bakıp boğulmaktan korkuyordu. Ama kesin kararlıydı bu defa. Sırtını çevirecekti yalanlara. Bakmamaya çalıştı gözlerine.
Oysa kadın o kadar emindi ki bu defa. Genç adamın onu ne kadar çok sevdiğini biliyordu. “Gözlerinin içine bakmam yeterli. O yine bana döner. Dayanamaz, duramaz…” bu şekilde düşünmüştü. “Ne kadar hata yapsam da o beni seviyor,” dedi. Ama her şey istediği gibi gitmedi bu defa.
Genç adam, ne zaman sen dese susturdu onu, kadın. Oysa bir ömür beklerim seni demişti. Olmazsa bir ömür daha beklerim demişti. Oysa bilmiyordu insanın bir ömre sahip olduğunu. İş hayatı için gittiği yurtdışında başkasıyla karşılaşıp genç adamı unutmuştu bile. Ne mektuplarına cevap verdi ve ne de telefonlarını açtı. Ama genç adam onu bekledi daima. Ta ki kadının sevgilisinin, bir gün telefona çıkıp gerçeği anlatmasına kadar.
“Neden bana sırtını çeviriyorsun? Hani beni çok seviyordun?” Genç adam sustu. İki elini başının üstünde birleştirip gökyüzüne doğru baktı. Konuşup konuşmamak arasında kaldı.
“Ben, seni sevdanın en derin hülyasında bıraktım. Ben, seni gecenin güneşe olan hasreti kadar bekledim. Bak bir şu avuçlarıma, avuçlarımda Tanrı’dan seni ne kadar istediğimin izi var. Bak şu yüzüme, yüzümde seni ne kadar istediğimin gerçeği saklı. Bak şu nefes alışverişime, nefes alırken bile seni düşünmeden geri vermedim havaya onu. Gezdiğim her yerde senin resminin hayali var. Ben ölümsüzlüğün kucağında bulmuştum seni. Anladım ki ölüm gerçeği var.
Ve sen… sen , beni arkandan yetim bir sevdanın sahibi olarak bıraktın.”