Boş ve sahte uğraşlar peşinde kaybolup gidiyor hayatımız. Önümüze bir iki senelik, en fazla 10 senelik hedefler koyup kendimizi oyalıyoruz. Geçen zamanı sindirmeye çalışıyoruz, yaşamıyoruz. Aslında hedeflerimiz bile bize ait değil. Belli bir sistem kurulmuş, o sistemde sana bazı görevler verilmiş ve o görevi yerine getirmen gerektiği söylenmiş. Sen onların istediği hayatı yaşadığını fark etmiyorsun bile. Çünkü hayat denen kavram onların perdeleri arasındaki koşturmacadan ibaret bizim için. Perdeleri kaldırmaya cesaret edemeyeceğimizi biliyorlar, eğer kendi hayatımızı kurup sistemden soyutlarsak kendimizi, aç kalırız. Topluma ayak uydurmazsak gücümüzü koruyamayız.
Yıllardır bize sosyal bir varlık olduğumuz, beraber yaşamamız gerektiği öğretildi. Evet öğretildi ama biz bunu gözlemledik mi? Kaçımız doğada birkaç gün tek başına yaşamaya çalıştı? Benliğimizi kazanmak adına hiçbir savaş vermemize gerek yok, çünkü benlik diye bir kavram yok ortada. Bize giydirilmiş kılıflar için bir tiyatrocu gibi sahne alıyoruz hayatta. Yolun sonunda, perdeler kapandığında çok geç olacak bunun farkında değiliz.
Yağmurun sesini duyuyoruz fakat dışarıya çıkıp yağmuru hissetmeye gücümüz yok. İşte mesele burada, hayatın nabzını bazen yokluyoruz kendi başımıza karar vermek istiyoruz, biliyoruz ki dışarıda bizim de kendimize ait bir hayatımız var ama işte ne enerjimiz ne de cesaretimiz var o hayata atılmaya.