Salaş bir birahanenin bodrum katındaydı, Sarhoş. İçmiş hemde yarın yok dercesine içmiş. İçinde ki yalnızlar korosu, hayata karşı küfretmesini engelleyemiyordu. Belli, yavuklusu vardı. Töre yüzünden evlendiriliyormuş, her halde. Hem ağlayıp, hemde cebindeki esrarı çıkarıp bir peçeteye sarıp içmeye başladı. Bir fırt çekti. Sonra baktı esrara. Yüzü kıpkırmızı, kızılcık şerbeti gibi. Utanmaya başlamıştı belliydi. Utancının yerinin büyük bir acı nefret ile haykırdı; ”Kahpe kader! Neden bunları bize yakıştırıyorsun?” diye. Utancından kahrolmuştu. Dedim ya! Nefrete dönüştü diye. O acı nefretinin üstüne yanan esrar sargısını gözüne yapıştırdı. İçli ve hıçkıra, hıçkıra ağladı. Kimse yanına yaklaşamıyordu Sarhoş’un. Yaklaşana bağırıyordu. Gözünden iki damla yaşla karışık kan damlası aktı. Kanını kokladı. Âdeta çıldırmıştı! Çekti kokuyu iyice içine. Nahoş ve keskin kokulu kana dayanamadı. Haykırarak; ”Bizi töre ayırdı! Bunu yapanları cezasız koyma Allah’ım” diye. Çıkardı kemerinde asılı duran Rus ruletini dayadı başına. Çığlık ata ata kıydı canına. Tesadüf bu ya! Yavuklu da kıydı canına.