Donna yeni uyanmanın verdiği mahmurlukla birlikte ağır adımlarla merdivenlerden inip ana konsol odasına vardı. Kendisinin uyumayı çok sevdiği halde Doktor’un nadiren uyumasını çok garip buluyordu ve buna rağmen sürekli hiperaktif bir çocuk gibi koşuşturup duruyor olmasını da, bu kadar enerji nerden geliyordu? Bu düşüncelerini bir kenara atıp konsolda ki ekranı dikkatlice izleyen Doktor’un yanına vardı.
“Ne yapıyorsun orada uzay çocuk?”
Donna, Doktor’un omzunun üstünden başını çıkarıp ekrana bakmaya çalıştı. Doktor gözlerini ekrandan alıp Donna’ya çevirdi. Yataktan yeni kalkmış hali ve karışık saçlarıyla birlikte oldukça insansı duruyordu.
“Fransız İhtilali’nin son dönemlerini izliyorum Donna. Gücünü arttırdığı dönemler. İsyanların daha çok güçlendiği, insanların birbirlerine daha çok kenetlendiği ve birlik olunduğu sürece neler yapabildiklerini gösteren o muhteşem direnişin en hız kazandığı dönem. Siz insanların isyankar ve bağımsızlığa düşkün yönünüzü seviyorum. Bana ilham veriyorsunuz.”
Doktor ekrana dönüp kapatma düğmesine bastıktan sonra, Donna’nın sesiyle tekrar başını o yönde çevirdi.
“Bu ihtilali lisedeki tarih derslerimden hatırlıyorum bir çağı kapatıp yenisini açacak kadar büyük bir olaydı.”
Tarih derslerinden hep güçlükle geçmiş olmasına rağmen bu olay aklında yer edebilmişti. Ellerini karışık kızıl saçlarından geçirip bir nebze olsun düzeltmeyi denedi.
“Madem konumuz Fransızlar…” Sağ elini şarap tutuyormuşcasına kaldırıp cümlesini tamamladı. “…O zaman Fransa’ya gidelim!” Doktor bir süre durup sonrasında atılgan bir tavırla söze girdi.
“Ev-vet! Ama şarap yok! İğrenç! Aslında ne zamandır sana Louvre müzesini göstermek istiyordum orayı bir görmelisin Donna! Dünya’nın birçok sanat harikası ürünleri orada tutuluyor, Da Vinci’nin en ünlü Mona Lisa tablosunu da yakından görmüş olacaksın!”
Donna kollarını göğsünde birleştirdi, tek kaşını kaldırıp söze atıldı.
“Orada dur bakalım Marslı, Fransa’ya gidip sadece müze mi gezeceğiz? Şanzelize sokaklarına uğrayıp şapkalarıma Fransız tasarımı yeni arkadaşlar eklemeden beni oradan döndüremezsin!”
Doktor teslim olurcasına ellerini havaya kaldırdı. “Peki peki… Yalnız Eyfel kulesini görmek isteyeceğini beklerken tercihini şapkalardan yana kullanarak beni şaşırttınız Donna Noble.” Doktor konsolun başına geçip TARDIS’i çalıştırmaya başladı.
“Hazırlanmaya başlasan iyi edersin Donna çünkü gidiyoruz! Allons-y!”
-Bu sırada-
“Neden kral sen oluyormuşsun Oculus? Kral tabiki de ben olacağım siz de benim şövalyelerim olacaksınız!”
“Tekrardan başlamayın lütfen buraya önemli bir iş için geldik.” Konuşan Audire’dı. Curosensus gezegeninden gelen beş kardeş arasında üçüncü numaraydı. Basit birer kardeş değildi bu beşli. Hepsinin tek bir duyuya hükmedilme gücü vardı ve Audire işitme duyusunu yönetebiliyordu. Fakir ve artık halkının hayata tutunamaz hale gelen gezegenlerinden Dünya’ya bir değerli maden arayışı için geldiler. Dünya’yı tercih etmişlerdi çünkü görünüşleriyle en az burada dikkat çekebilirlerdi. Soluk tenleri ve Dünyalılar’ın vücutlarına oranla daha uzun ve esnek bedenleri onları buraya daha uygun kılıyordu. Madenlere sahip olduklarında bunları gezegenlerinde değerlendirip tekrardan yaşam verecek ve sahibi olacaklardı. Fakat kardeşler arasında ufak bir sorun vardı, gezegene sahip olduklarında tahta kim geçecekti?
“Saçmalama Odor bendeki güç seninkiyle kıyaslanamaz bile, basit bir güce sahip olduğunu kabul etmelisin artık hem Krallık vasfı için daha bir çocuk sayılırsın.” Ağabeysi Oculus’un gücüne karşı acımasız sözleri Odor’u bir patlıcan kadar morartmaya yetmişti. Koku duyusuna hakimlik gücünün her seferinde ağabeysi tarafından aşağılanması onu sinir ediyordu!
“Aranızdan biriniz gaz çıkardığında yine bana yalvarırsınız ama!” Sinirle kollarını sıkıca göğsünde birleştirip yüzünü ekşitti. Odor’un henüz yeni yeni ergin bir bireyliğe adım atmasındaki bu gelgitli evreler diğer kardeşlerine sorun çıkarıyordu.
“Kesin şunu saçmalıklarınıza daha fazla tahammül edemiyorum.” En büyük kardeş Corio dinlendikleri ormanlık bölgenin ağaçlarından birine yaslanmış, umursamaz bakışlarıyla birbirini yiyen kardeşleri izliyordu. Ses tonundaki soğukluk her zaman diğer kardeşlerin ondan ürkmelerine sebep oluyordu.
“Corio haklı artık yola koyulmalıyız.” Audire en küçük kız kardeşleri Lingua’yı kucağına alarak diğerlerine ileriyi işaret etti.Diğerleri de eşyalarını yanlarına alarak takip etmeye başladılar.
Bir anda Odor’un önündeki ağaca çarpmasıyla gelen sesle birlikte diğer kardeşler hışımla arkalarına döndüler. “Hey Oculus hemen görüşümü geri getir! Senin yüzünden narin burnumu kırabilirdim pislik!” Oculus’un kahkahası Odor’u daha çok sinirlendiriyordu, görmeyen gözleriyle burnuyla havayı kokluyor etrafta savrularak Oculus’u arıyordu.
“Seni bir yakalarsam görürsün gününü!”
Bir anda kavga eden iki kardeşin de yere yığılmasıyla tüm gözler Corio’ya çevrildi. İki kardeş yerde put gibi yatıyor hareket edemiyordu. Corio yerde yığılan kardeşlere eğilip tısladı.
“Eğer biraz daha devam edersiniz ikinizi de burda ölüme terk ederim. Anladınız mı beni?”
İki kardeşin de korku dolu bakışlarından dediklerini anladığı belli oluyordu, yerden doğrulup tekrar onları serbest bıraktı. Her yeri uyuşan gençler elleri ve kollarını sallayarak kendilerine gelmelerini sağlamaya çalışıyorlardı. Bunun üzerine derin bir sessizlikle birlikte hepsi birden yola devam ettiler. Yol boyunca Lingua huysuzlanıyor,Audire’ın uzun saçlarını çekip ona rahat vermiyordu.
“Lingua’yı yanımızda getirmemeliydik bize sorun çıkarıyor. Hem gücüne de ihtiyacımız olmayacak kim tat alma gücünü madende ya da savunmada kullansın ki?”
Audire gözlerini kısarak Oculus’a baktı. “Lütfen onun yanında sözlerine dikkat et daha yaşı oldukça küçük yeteneklerinin farkına varması için önünde çok zamanı olacak. Bu şekilde konuşarak onu üzebilir ve değersiz hissettirebilirsin neyse ki duyularını kapattım söylediklerinin çoğunu duymadı.” Sözünü bitirdikten sonra tekrar Lingua’nın duyusunu normale çevirdi.
Kardeşler kömür madeninin Dünya’da bulunduğunu öğrendiklerinde çok sevinmişlerdi. Kömür geldikleri gezegende bulunan tek madendi ve gezegenlerinin sembolü haline gelmişti. Kömür yerliler için zenginlik anlamına geliyordu. Bu yüzden Dünya’da bulunan kömür yataklarını saptayıp sırasıyla hangilerine gideceklerini kararlaştırdılar. İlk durakları Fransa’ydı bu durak Oculus’u oldukça mutlu etmişti. Fransa görsel sanat gücü yüksek bir ülkeydi ve güzel bir göz ziyafeti çekebilirdi. Dünya’da sadece maden aramayacaklar, aynı zamanda biraz eğlenip bu sulu gezegeni keşfedeceklerdi. Uzun bir sessizlikten sonra Odor konuştu.
“Bugün hangi maden bölgesine gidiyoruz?”
Audire gülümseyerek cevap verdi. “Bugün dinleneceğiz, şuan bulunduğumuz yerin adı Paris araştırmalarımıza göre Fransa’nın en önemli şehriymiş, Oculus Dünyalılar’ın sanat anlayışını çok merak ediyor bu yüzden Dünya’nın birçok bölgesindeki sanat eserlerinin toplandığı Laure müzesine gidiyoruz.”
Odor olduğu yerde homurdandı. “Neden Oculus’un istediği oluyormuş? Ben de araştırdım Dünyalılar kötü kokularını bastırmak için parfüm denen hoş kokular kullanıyorlarmış ve Fransa bu maddenin en popüler olduğu yermiş. O kokuları çok merak ediyorum! Lütfen onları bulalım!” Odor parıldayan gözleriyle kardeşlerine yalvarıyordu.
“Tabii ki buluruz fakat ilk önce müzeye gidelim. Hem ben de Fransız müziği hakkında meraklanıyorum.” diyerek Odor’un yeşil saçlarını karıştırdı Audire.
-TARDIS-
Doktor uzun süre Donna’nın hazırlanmasını beklemiş ve artık sıkılmaya başlamıştı. Bir an önce kapıdan çıkıp o muhteşem müzenin sanat dünyasına bırakmak istiyordu kendini. Sonunda merdivenlerde Donna’nın görülmesiyle bu sıkıcı bekleyişin sonu geldiği için mutluydu. “Hazırım sırık.” Diyerek başındaki şapkayı eliyle düzeltip iyice oturttuktan sonra Doktor’un yanına geldi. Doktor iki eliyle birden TARDIS’ın kapılarını açtı.
“Ve işteeee Louvre müzesi’nin personel odası!” Converselerini müzenin tabanına bastı ve etrafı kolaçan etti. Çevrede personel görmeyince rahatlayarak Donna’nın da çıkması için işaret etti.
“Anonsla beklentini yüksek tuttuğum için kusura bakma Donna fakat biliyorsun ki tabii ki de TARDIS’i müzenin ortasına cisimleyemezdim yoksa ben bir denek ve TARDIS’de bu müzenin en güzide parçası olurdu.”
“Biliyorum Marslı çocuk bir an önce şu müze gezisini bitirelim.Şanzelize sokaklarının dükkanlarını fazla bekletmek istemiyorum.” Donna Doktor’u elleriyle sırtından ittirip yürümesini sağladı ve personel odasından çıktılar.
Aynı sırada Corusensuslu kardeşler müzenin içinde gizlenmek için aldıkları kapüşonlu ceketleriyle geziyor bir bir eserleri inceleyip Dünyalılar hakkında yeni ve ilginç şeyler öğreniyorlardı. Özellikle de Oculus hayli büyülenmiş görünüyordu. Kapüşonun önünden çıkan yeşil saçlarıyla insanlar tarafından dikkat çeken Odor bakışlardan rahatsız olmaya başlamıştı. Sürekli kapüşonun önünü çekiştirmekten yorulmuş ve geri atmıştı. Bunun üzerine bir kız kendisine yaklaşıp selam verdi.
“Merhaba acaba şey… Saçların boya mı yoksa peruk mu? Rengi çok iyiymiş sorun olmazsa boya numarasını söyler misin? Aynısından boyatmak istiyorum!”
Boya numarası mı? Odor’un aklı çok karışmıştı ve ne ara Dünyalılar kendileriyle aynı dili konuşur olmuşlardı? Artık çevrelerinde herkesin konuştukları kendi dilleriydi. Kafası iyice karışan Odor ne diyeceğini bilemedi.
“Saçlarım peruk dediğin şeyden değil ve boyası doğduğumdan beri böyleydi.” Şimdi kafası karışma sırası kıza geçmişti.
“Nasıl yani doğduğundan beri yeşil saçlı mısın? Saçmalık. Nesin sen uzaylı falan mı? Boya numarasını vermek istemiyorsan daha mantıklı bir yalan uydurabilirdin.” Kız sinirlenip Odor’un yanından ayrıldı,bunun üzerine Odor Dünyalılarla ilk iletişimden olumsuz sonuçlarla ayrılarak kardeşlerinin yanına döndü. Kız kardeşi Audire’in yanına geldiğini fark etti.
“Konuştuklarınızı duydum. Mecbur olmadıkça Dünyalılarla iletişime geçmemelisin kimliğimizi açık edemeyiz.” Sadece başını sallamakla yetinen Odor yine sıkıntı içerisinde tablolara ve heykellere döndü Oculus’un ve Dünyalıların nasıl bunlara hayran gözlerle baktığını anlayamıyordu. Hepsi aptaldı.Oculus da onlar gibiydi bu yüzden onu da ait olduğu yere, bu aptal gezegende bırakıp kendi gezegenlerine dönmeliydiler. Etrafı gezerken gözüne bir adam ve bir kadın çarptı. Kadın Dünyalılar gibi kokuyordu fakat adamın kokusu kesinlikle bu gezegene ait değildi. Daha sert ve yoğun bir koku yayıyordu. Henüz bu konu üzerinde duramadan,Audire panik içinde diğer kardeşlerinin yanına geldi ve Lingua’yı bulamadığını söyledi. Herkesi bir panik sarmıştı.
“Söylediğim gibi başımıza bela açmaktan başka bir işe yaramadı ya Dünyalılar onu ele geçirdiyse? O zaman gezegenimize nasıl hesap vereceğiz?”
“Onu suçlamaktan vazgeç.Oculus bu benim hatam eserlere bakarken yanımda duruyordu bir an dalmışım kendime geldiğimde yanımda değildi. Onu kesinlikle bulacağım.”
“Böyle bir aptallığı nasıl yaparsın Audire?” Konuşan Corio’ydu. Kimse Corio’yu sinirlendirmek istemezdi çünkü herkes onun sinirlenince ne kadar korkunç olabileceğinin farkındaydı. Audire kardeşlerini hayal kırıklığına uğrattığı için çok üzgündü.
“Odor koku duyunu kullan. Lingua’nın kokusunun geldiği yönde ilerlersek ona ulaşırız.” Corio’nun emriyle Odor burnunu havaya dikti ve bir süre sonra et kokusu alan köpek yavrusu gibi hızla bir yöne ilerlemeye başladı, kardeşleri de arkasından onu takip ediyordu. Bir süre ilerledikten sonra bir kapının önüne geldiler.
“Koku burada yoğunlaşıyor.” Audire kapı koluna asılıp heyecanla çevirdi. Kapı açıldığında Lingua mavi bir kutunun önüne oturmuş kapısını yalıyordu. Tüm kardeşler bir yandan rahatlamış bir yandan görüntü karşısında ne tepki vereceklerini şaşırmışlardı.
Audire hızla gelip Lingua’ya sıkıca sarıldı. “Kayboldun sanıp çok korktuk!” İki kardeş kucaklaşırken diğerleri mavi kutuyu incelemeye koyuldu.
“Bu Zaman Lordu işi bir gemi.” ses Corio’dan gelmişti.
“Söylediğin imkansız hepsi yok oldu.” diye çıkıştı Oculus.
“Evet onlar sadece çocukluk masallarımda değiller miydi?” diyerek onayladı Odor.
“Sen hala çocuksun Odor.” Odor hışımla alev alev yanan sinirli gözlerini Oculus’a çevirdi.
“Kral olduğumda ilk işim senin icabına bakmak olacak o zaman çocuk kim görürsün çöplük kokulu!”
Corio işe yaramayan kardeşlerine dayanamayıp kendi başına gemiye yaklaştı. Kapısını açmak için yeltendiğinde kilitli olmamasına şaşırdı. Audire de Corio’ya katıldı, ikisi birden kutunun kapısını araladılar. Audire gördüğü manzara karşısında şoka girmişti,böyle bir şey mümkün müydü? Yavaş yavaş içeri adım atmaya başladılar,arkalarından diğerleri de onlara katıldı. Tüm kardeşlerin aksine Corio oldukça sakin duruyordu. Zaten Zaman Lordları hakkında her şeyi biliyordu. Peki ya bu geminin sahibi neredeydi? Bir Zaman Lordu olması imkansızdı sonuçta hepsinin soyu tükenmişti, belkide başka biri tarafından çalınmıştı. Çalan bir Dünyalı mıydı? Bir Dünyalı bu gemiyle ne yapabilirdi ki? Bir Corusensuslu’nun eline geçerse daha iyi değenlendirilebilirdi.Özellikle de kendisinin.
“Bu gemiyle uzay ve zamanda yolculuk edebilirsiniz.” Corio’nun bu sözünü duyan Oculus ve Odor’un gözleri parlamıştı.
“Bu gemiye sahip olsam evrenın kralı olabilirim!” Odor ışıldayan gözlerle kendini evrenin kralı olarak hayal ederken kafasına yediği tokatla kendine geldi.
“Yavaş gel ufaklık bu gemiyi en çok ben hak ediyorum.” Oculus ellerini kollarında birleştirmiş göğsünü kabartarak anında sahiplendiği gemisini inceliyordu.
“Aptallar ikiniz de bu gemiyi çalıştıramazsınız bile.” Arkalarını döndüklerinde Corio yüzündeki alaycı sırıtışı bozmadan duruyordu. Tam o anda bulundukları odadan iki farklı ses gelmeye başladı.
“Da Vinci eserleri harikaydı Doktor.”
“İstersen zamanda geriye gidip bizzat kendisine iletebilirsin bunu.”
“Aslında bu eserlerin sahibiyle tanışmak mükemmel olurdu bu arada evlenmiş miydi?”
“Leonardo’nın tercihleri kadınlar değildi Donna üzgünüm pek şansın yok.” Suratı düşen Donna TARDIS’e yöneldiğinde kapının açık olduğunu fark etti.
“Doktor! TARDIS! Biri girmiş!” Eliyle iç cebindeki sonik tornavidasına davranan Doktor hızla kulübesine ilerledi. İçeriye daldığında beklediğinden fazla kişiyle karşı karşıya gelmişti.
“Siz de kimsiniz ve o küçük kız neden TARDIS’imin zeminini yalıyor?!” Donna da Doktor’a katılmış yanında durup 4 genç ve zemini yalayan küçük kıza bakıyordu. “Onlar insan mı? Sanki biraz…uzunlar.” diye sordu karşıdakilere çaktırmamaya çalışarak. “Hayır komşularım.” diyerek eliyle hepsini işaret etti. Doktor’dan gelen cevapla iyice kafası karışmıştı. Odor, adamı ve kadını görür görmez hatırladı ve kokularını tanıdı.
“Bu geminin sahibi sen misin?” Corio alaycı bir tavırla sordu. Sadece iki insandan kurtulup bu gemiye sahip olmak kolay işti.
“Evet yaklaşık 900 yıldır bu geminin sahibi benim ya da o bana sahip bilmiyorum. Neyse şimdi soru sırası bende. Siz beşiniz TARDIS’imde ne arıyorsunuz?”
“Corio bu adam Dünyalı değil.Dünyalılardan çok farklı bir kokusu var.”
“Evet iki tane kalp atış sesi alıyorum. Bu adamın iki kalbi var!”
İki kalp ve bir uzay-zaman makinesi. Parçaları birleştirmek hiç de zor değildi.
“Üzgünüm Zaman Lordu fakat 900 yıldır sendeymiş zaten,biraz ver de biz faydalanalım. Hem komşu komşunun külüne muhtaçtır öyle değil mi?” Alaylı bir tavırla konuşan Oculus tabiki de bir Zaman Lordu’nun gemisini teslim etmeyeceğini biliyordu. Ve bu yüzden uzlaşmayı beklemiyordu.
“Doktor?! Işıkları kim söndürdü?! Hiç bir şey göremiyorum.” Donna panikle ellerini havada sallıyor etrafı kolaçan ediyordu.
“Sevgilinin tekrardan sana aşkla bakabilmesini istiyorsan bize gemiyi ver Doktor.”
Donna ve Doktor aynı anda atıldılar.
“Biz sevgili değiliz!”
“Ve gözümü oysan o sıska Marslıyla çıkmam!”
“Bu ayrıntıyı vermene gerek yoktu Donna.” Doktor elindeki sonik tornavidayla Donna’nın gözlerini taradı.
“Duyularınla oynuyorlar.Donna merak etme sadece aynı odada bulunduğunuz sürece etkisini gösterebilir.Duyuları kontrol edebildiğinize göre Corusensusların Scforn ailesinden olmalısınız. Büyük dede ve anneannelerinizi tanırdım ve iyi insanlardı,torunlarının hırsızlık yaptıklarını öğrenselerdi büyük hayal kırıklığına uğrarlardı.” Doktor birkaç adım ileri gelerek soniği tek tek her bir kardeşe doğrulttu.
“Hanginiz hissi kontrol edebiliyor?” Doktor en tehlikeli olanın his kontrolü olduğunun farkındaydı. Arkalarında sessizce duran genç kızdan şüpheleniyordu soniğini ona doğru çevirip hamle yapacakken bir anda soniğin elinden kaydığını ve görüş açısının aşağı indiğini fark etti. Çok sert bir düşüştü, eğer hissedebilseydi canının baya yanacağından emindi.
“Yanlış tahmin Doktor.” En büyükleri olduğu düşündüğü kişi konuşmuştu.
“Doktor?! Yere bir şey mi çakıldı sen miydin o?! Cevap versene!” Donna yere eğilmiş deli gibi ellerini zeminde gezdirerek Doktor’u arıyordu.
“Bendim Donna. Şu an hiç bir şey hissedemiyorum bu yüzden hareket edemiyorum. Sakin ol lütfen.” Doktor’un aklında bir plan vardı fakat bunun uygulanabilmesi için on dakika boyunca kardeşleri oyalamalıydı. Donna çabaları sonuncunda elinde metalimsi bir şey hissetti bunun yere düşen sonik tornavida olduğunu umarak, kaptığı gibi ne tarafa olduğu hakkında hiç bir fikri olmadan kardeşleri tehdit etmeye başladı.
“Eğer bizi eski halimize döndürmezseniz bu ölümcül silahı çalıştırırım!”
“Onun ne olduğunu biliyorlar Donna.” Donna yine de bir şey olması umuduyla soniğin düğmesine basıp rastgele her yere doğrultmaya başladı.
“Donna! Kulaklarım! Kapat şunu! Birazdan soniğin sesinden patlayacaklar!”
“İyi işti Audire.” Oculus kız kardeşinin de dahil olmasından memnundu.
“Çok özür dilerim Doktor! İyi misin?!”
“Donna lütfen alçak sesle konuş benden o kadar uzakta durmuyorsun bağırmana gerek yok!”
“Unuttun mu uzaylı? Göremiyorum!” Donna Doktor’un sesinin geldiği yönde emeklemeye devam etti. Bu sırada kardeşler onlardan nasıl kurtulmaları konusunda plan yapıyorlardı.
“İşlerini bitirmeliyiz onları canlı bırakamayız.” Oculus diğer kardeşlerin de kendisini onaylamasını bekliyordu.
“Saçmalama! Hırsız olduğumuz yetmezmiş gibi bir de katil mi olacağız?!” Audire kardeşleri için bile hırsız olduğu gerçeğine zor katlanırken bir de katil olmanın sorumluluğunu taşıyamazdı. Hem ebeveynleri yaşasalardı ve buna tanık olsalardı çocuklarından utanç duyarlardı, bu gerçekte Audire’ı daha çok üzüyordu.
“Eğer ileride krallığıma mani olmaya kalkacaklarsa ben de öldürülmelerinden yanayım!” Odor elini ortaya uzatmış diğerlerinin de onun elinin üzerine koyup iş birliği yapmalarını beklerken elindeki sızıyla geri çekti. “Boş boğazlığı kes.” Son konuşan Coiro oldu. “Onları uzay boşluğuna bırakacağız. Böylelikle biz öldürmeyeceğiz onlar hayatta kalamayacaklar.”
“Neden senin planını uyguluyormuşuz Coiro?!” Odor, süreki Coiro’nun lider tavırlarından nefret ediyordu eğer kardeşler bir lidere, savaşçıya ve beyine ihtiyacı varsa üçünü de o hak ediyordu!
“Eğer seni de onlarla birlikte uzay boşluğuna göndermemi istiyorsan bana karşı çıkabilirsin.” Keskin bakışları ve soğuk sesiyle çok havalı olduğunu sanıyordu kesin, peh! Odor’a göre en görkemli kendisiydi. Ve bir erişkin olduğunda herkes ona tapacaktı!
“3. 2. 1. Ve hoşçakalın çocuklar.” Doktor vücudunun yavaş yavaş karıncalandığını hissetti zorlukla da olda kendisini kaldırmaya çalışıyor fakat kolları ve ayakları hala tutunmakta güçlük çekiyordu. Sonunda on dakika geçmiş ve TARDIS ile yaptığı telapatik bağ sonucu ana konsolun ortasında kardeşlerin durduğu bölümde kapısız bir oda oluşturmuştu. Artık farklı odada olduklarından güçleri de etki edemiyordu. “Görebiliyorum! Aman Tanrım! Bir an için bir daha muhteşem benliğimi göremeyeceğimden çok korktum.”
Kardeşler konuşmalarının ortalarında bir anda etraflarını çevreleyen duvarla şaşkınlığa uğradılar. Kapana sıkışmışlardı.
“Lanet olsun Doktor duyuyorsan çıkar bizi buradan!” Oculus duvarı yumrukluyor gerilip gerilip tekmeler savuyordu fakat hiçbiri TARDIS’in duvarına etki etmiyordu.
“Üzgünüm gençler fakat evinize geri dönüyorsunuz. Daha hiçbiriniz 50 yaşını doldurmadınız reşit bile değilsiniz.” Doktor ayarları ve yönü Corusensus gezegenine yöneltti.
“Bu kardeşleri nerden tanıyorsun Doktor? Komşuların olduğunu söylemiştin.” Donna bir yandan gözlerini avuşturup görüşündeki bulanıklıkları geçirmeye çalışıyordu.
“Kardeşleri değil fakat büyük büyük büyük dede ve anaannelerini tanıyorum. Corusensus Gallifrey’in komşu gezegeniydi, uzun yıllar iyi ilişkilerimiz oldu, ırkımı ve TARDIS’i bu sayede tanıdılar. Demek hala soyumuzun tükenmesine rağmen orada anlatılıyoruz. Bunu öğrendiğime sevindim. Corusensuslar genelde Gallifreyliler için iyi birer dost olmuşlardır.”