Zifiri karanlıktı. Kadın evine yürüyordu. Sokaklar bomboş, sokak lambaları sönük, sokak köpekleri ölüydü. Düşündü; ama bulamadı nerden geldiğini ya da neden eve dönmek zorunda olduğunu. Sadece evine dönmesi gerektiğini söyleyen bir ses duyuyordu. Rüzgar, kadının atkısını ve uzun siyah saçlarını uçuruyordu. Silüeti çok güzeldi görecek birileri olsa. Korku, kadının içine işlemişti. Hiç bu kadar yalnız kalmamıştı. İçindeki korkunun yersiz olduğunu da düşünüyordu. Kimse yoktu ona zarar verebilecek. Bu yalnızlıktan zevk almaya başladı. Saatlerdir yürüyordu ve artık her şeyin anlamsız olduğuna karar vermişti. İnsanlar aslında yok, ev yok, o hiç varolmadı gerçekte. Ruhu vardı, yaşıyordu; fakat bedeni yoktu sanki. Ölmüş olabilir miyim, diye sordu kendine. Yürümeye devam etti. Yürüdükçe sokaklar farklılaşıyor, binalar değişiyordu. İnsansız bir şehrin içinde boş boş dolanıyordu. Zaman kavramını yitirdi. Hala gece olduğunu biliyordu; ama zamanın önemi kalmamıştı. Birden önünden geçtiği evi tanıdı, kendi eviydi. Kapı açıktı, girdi. Işıklar yanmıyordu. İçeride kimseler yoktu. Ay ışığında aydınlanan eşyaların üzerleri toz kaplıydı yıllardır el değmemiş gibi. Yatak odasına gitti, yatağa oturdu, kitaplığına baktı. Kitaplar, karanlık ve yabancıydılar. İçinde korku kalmamıştı artık. Gözlerini kapattı. Ruhunun canlılığını hissetti. Bir daha hiç uyanmamak istedi.