Öyle bir yerdeyim ki şimdi. Kendime uzak; kendimden bihaber. Ellerimde yitik çocukluğum; dizlerim yara içinde. Doğrulmaya cesaret edemediğim bir enkazın ortasındayım sanki. Kalakalmışlık var her yanımda. Bir liman gibi içim. Yoğun sularda yorgun düşüp, sığınacakları güvenilir bir liman. Sert rüzgarlara, tufanlara karşı koymuş; tsunamilere direnmiş ama içten içe çökmüş bir harabeyim artık.
Nerden dönersem sokağın en kuytu yerinde buluyorum kendimi. Çıkmayan yollara sürüklüyor ayaklarım. Şehrin en kuytu, en köhne binasında, sessiz harfler düşürüyorum içimden. Bir bir feryatlar arasında… Duyulmuyor sesim oralara biliyorum. Duysan cevap veriri misin? İnan bilmiyorum. Kaç gece çığlıklarla böldüm uykumu; düşmedi gönlüne sızım. Nerden mi biliyorum? Duysan için elvermezdi de oradan biliyorum. Bunca zaman sonra şimdi mi ulaşacağım sana? Kaç dilde kaç sevgi tükettikten sonra gelecek sana? İnan hiç bilmiyorum.
Aklının alamayacağı bir sevdayı gönlüne sığdırmayı beklemek ne kadar mümkün olabilirdi ki zaten? Öyle diyor ya Mevlana: ‘ Irmağa deniz, denize okyanus sığmaz…’ Sığmadı işte. Gördüklerin yetmedi ki; göreceklerine zamanın olsun. Ben seni öyle sevdim ki; hayalinde görsen kıskanırdın kendini kendinden. Görebilseydin keşke ya da söyleyebilseydim…
Hayat işte. Kimsenin nereye konulacağını, nerede duracağını yaşatmadan öğretmiyor. Gün geliyor şiirler döktüğün gözlere, bir selamı esirgetiyor. Ne kimse olduğu gibi yaşıyor bu dünyada, ne de böyle kalıyor. Ardından sadece kalem tutanlara yazdırıyor, dili dönenlere söyletiyor. Bir türküde ilişiyor kulaklarına sesi; bir neşede beliriveriyor yüzü… Sen susuyorsun, onlar bilmiyor zannediyorlar. Halbuki sen hasretlik çekiyorsun ama onlar anlamıyorlar…
“Olduğu gibi kalan, kalbinde muhabbet ve hasret biriktirenlere sevgi ve selam ile… “