Yine bu gece, bu gecenin yalınlığında diz çöktüm yokluğuna. Acıktım birden; guruldayan karnım, Sevda’na susayan kalbimin sesini bastırdı. Kaç gece, kaç gündüz, kaç hafta, kaç ay, kaç yıl geçti bekleyiş köprümün üstünden. Yıkıldı umutlarımın intihardan korkan zamanları; artık Nasır tutmuş ayaklarıyla özleyiş mevsiminin gülünü soldurmuş yalnızlığında yalnızca senin için atlıyorlar hayallerimden. Mutluluk şarkının başrolünde beni özletiyor mudur birileri sana? Ben seni özlemek şişesinde rakının bile hor gördüğü su oldum. Tazyikliydim sanki; öylesine gün görmemiş, güneş görmemiş bir yalnızdım.
Unutmak unutulan bir ezbermiş meğer bende. Özelikle geceleri demleniyor yalnızlığımın sıcağında soğuyan acılarım… Sıcak ile soğuğu bir tutan kader sen ile ben’i ayrı masalların el değmemiş başrolleri yaptı. Gözlerin hâlâ öyle mi gülüyor? Misafir heyecanımda soluklanmaz mısın üç beş dakika? Seni düşündürten zamanlarımın yüzümde tebessüm meyvesi yetiştirdiği iklimleri özlüyorum. Hep mi yaz, hep mi sıcak, hep mi koyu demleniyor bu yalnızlık? Yoo, hayır, öyle olmadığını ikimiz de biliyoruz. Bütün mevsimler bir araya gelse de kırık kanadımın yarasından öpüp seni bana merhem düşlü hayat yapamazlar. Ağlamıyorum, gözyaşlarım inan ki unuttular sağanak yağmayı. En son gönlümü sel basmıştı, sokakta kalmış gibiydim, üşüyordum, yalnız bile yalnızlıkla yalnızca beni sarıp ısıtamıyordu. O an seller sular tövbe etti ortalığı bir daha senin için talan etmeye. Söz veririm, günahının çöplüğünde sayfaları yırtılmış manşetinde sen yazan o gazetenin ıslak yağmurları olmam.
Bak, elim var… Hâlâ seni, hep seni, tek seni, sadece seni bana yazdıran kalemimin düşman çatlatan arsız hizmetçisi elim… Sağından öpüyor kalemim ellerimin, solak olamadım; kalbimi soluma teslim edemeyip kalbi sağdan doğan bir anormal olduğum gibi… Bir öpücük verse sesin, kulaklarımı öperse sensizlik seslerinden endişe melodileri bestelemem belki…
Muhtaçlık tahtına oturan pejmürde hizmetçindim ben. Bu yüzden bizi derin soluklu sevda faaliyetlerinde coşkun yılların mirasçısı yapmadın demek ki. Biliyor musun… Her neyse işte, hep biliyorsun. Unutamadım. Unut be şu adamı! Öyle kolay değil işte, unutamadım.
Kalbimin merdivenlerinden taşikardi teşhisli bir âşık gibi çıktım, kalbinde kendimi görmek temennisiyle. Kalp krizimin önlenebilir ilk yardımlı duyguları kaldı sende; artık bu acıyı dağılmış odalarında adını içten haykıran kalbimin ölünceye dek yaşayacağı tek sancısı sayamam. Biliyor musun… Hep sadece sen biliyorsun…
Aşka küfür yağdıran ciğerimi solduran efendim; sana ‘ne?’ Kelimesi dökseydim de efendim olurdun. Böylesine soluklanmış bir aşkın tek canlı şahidi bendim.
Gemiler battı; titanikte batan aşkın çakma âşık rüzgarları biz olduk her zamanki gibi. Bunca sahteliğimize bunca özür zaten boş gelir, el sıkış kaderimle; kaderim seni hep çok sevdi…
Dilara AKSOY