Seni sevmek, ruhta izi kalmış yaraları başka bedenlerle gizleme çabasından mı ibaretti? Farkındayım, en başından beri izi kapanmayan yaraların boşlukları üzerinde umarsızca gezdim sana sahip olabilmek, sana ait olabilmek için. Sebepsizce vazgeçebilme yetin de bundan kaynaklanıyordu. Zordu kabullenmek. Sana hak vermek, haksızlığa haksızlık olurdu. Çünkü sen çoktan yargılamıştın beni aşk mahkemende. Ve ne sonum başından belliydi sana varış noktam sandığım bitişte. Bunun adı seni sevmek değil, hayatımın en güzel zamanları diye tanımladığım aşk sarhoşluğumda kendimi aldatmak olmuştu. Ne zaman baksam kıyılarıma, kırık deniz dalgalarında kendimi değil, senin yüzünü gördüm bu zamana dek. Öyle bir gittin ki, sessizce. Fark etmedim bile gittiğini.
Gittin.
Seni sevmek, hayatıma yabancı gibi uzaktan bakmak oldu. Benimle olmadığın zamanlarda o masum yüzünün ve saçlarının başları tarafından öpülmesine itiraz ederek sayıklayıp uyanmak, adını tekrarlarla gökyüzüne ulaştırmak oldu seni sevmek. Geceleri, sana hasret odamın yatağında sensizlik kâbusları görürken ter içinde uyanmak, kendimin bile affetmediği bir bencillikle, kalbindeki tek aşkın benimki olması için gözyaşları içinde tanrıya yalvarmak oldu. Seni yasak bir aşk gibi gözlerden uzakta, rutubetli duvarlar arasında yaşamak oldu sevmek. Bu kadar sessizlik içinde sessizce gidişindi anlamsızca sana bağırmak, haykırmak, ağlamanın nedeni Sonra çaresizliğe hapsolmuş pişmanlıkla sana tekrar sarılmak oldu tüm yapabildiğim.
Uykunda öpüyorum seni, kötülüklerden uzak, en masum halinle. Senin için bir şey yapamayışımdaki duraktayım hala. Bazen küllükte saklıyorum seni. Tütündeki dumanda buluyorum seni. Başıboş kalmış çaresizliğin ortalarlarında gezinirken masumiyetindeki güzellikte buluyorum kendimi. Seni sevginden uyandıramam.
Mevsimsiz Sohbet’ten