Annemin “gitme” deyişleri, vurarak çıktığım kapının ardında buğulu birkaç fısıltıdan ibaretti artık. Defalarca kez tekrarlanan bu sahneden bıktığımı hissediyordum. Haziran ayının kavurucu sıcağında ve insanın nefesini kesen lanet rüzgarda sürükleniyordum. Yalnızca anahtarlarımı alarak çıkmıştım evden. Soğuk soğuk yudumlayabileceğim bir birayı bile alacak para yoktu cebimde. Tabiri caizse beş parasız kendimi yola bırakmıştım. Neyi düşünmeliydim, ne yapmalıydım hatta ne hissetmeliydim bilmiyorum. Benliğim bu kadar hakareti daha fazla kaldıramazdı. Bir insan, hele ki bu yaşında menfaati uğruna nasıl bu kadar çirkinleşebilirdi? Eğer kin ve nefret besleyebilme yetisine sahip olsaydım.. kesinlikle bu duyguları beslediğim kişi o kadın olurdu. Hayır, annemden bahsetmiyorum. Bu kişi yalnızca, dört yıldır hayatı bize zindan eden kadın. Yani anneannem.
Saygımı korumak, annemi üzmemek adına o kadar sabrettim ve o kadar yuttum ki söylenenleri artık ne kadar sinirlensem de dışarıya vuramaz hale geldim bu öfkeyi. Zararım yalnızca kendimeydi. Yalnızca kendimi hırpalıyor ve yalnızca kendime acıyordum. Çocukluğumu yaşayamamış olmanın hüznünü yeni yeni üzerimden atabiliyorken, gençliğimin böyle bir sebepten ötürü ellerimden kayıp gitmesine katlanamıyordum. Cinnetin eşiğindeydim. Yaslanabileceğim bir omuz, her şeyiyle içimi dökebileceğim biri yoktu. Kimsenin beni sonuna kadar dinleyeceğine inanmıyordum. Güven duygusunu çoktan yitirmiş, dostlarımı uzun zaman önce kaybetmiştim. Yalnızlık benim için sıkıntı değildi fakat delirtici sessizlik ve çığlıklar beni boğuyordu.
Güneş tepede sinsice bedenimi yakarken yol boyu yürüyordum. Evet aklımdan hiçbir şey geçmiyordu. Bakışlarım boşluğa düşmüş, bedenim gevşemiş adeta bir ruh gibi süzülüyordu. Ve bir an da.. geldiğini hissettim. Böyle kötü bir zamanda kalbim sendeliyor, gözlerim yavaşta kararıyordu. – bunca zaman dayanabilmiş olmam mucizeydi- Dizlerimin çözüldüğünü hissettim. O an direnmekten vazgeçip kendimi serin sulara salıyormuşcasına bıraktım..