Güneş doğmuş, yaydığı ışık odamın içine dolmuştu. Kalkma zamanımın geldiğini anladım. Zor güç kalktım yatağımdan. Uzun süren hazırlıktan sonra sessiz sedasız çıktım evden. Her gün bindiğim yedi buçuk otobüsünü beklemek üzere durağa gittim. Durak kalabalıktı, okula gidecek olan öğrenciler doldurmuştu durağı. Daha otobüsün gelmesine on dakika vardı. Can sıkıntısından boş boş etrafa bakıyor insanların neler yaptığını inceliyordum.
Nihayet, otobüs geldi. Orta sıralardan bir yere oturdum. Otobüs tıklım tıklımdı oturacak yer kalmamıştı. Bir sonraki durakta bir teyzeye yer vermiş bende ayakta kalmıştım. Sıcak ve havasız otobüste yolculuğumu sürdürürken uzun sakallı, yüzü nurlu bir amcanın bana duygu yüklü bir şekilde baktığını fark ettim. Göz göze gelince hemen gözlerimi kaçırdım. Neden o kadar uzun uzun baktığını anlamamıştım, merakta etmiştim açıkçası. Bir kez daha gözlerimi amcaya çevirdim ve hala beni izliyordu. Gözleri şişmiş nerdeyse ağlamak üzereydi. Merakım git gide artıyor bir yandansa tedirgin oluyordum. Birkaç durak sonra amcanın yanı boşalmış bende yanına oturmuştum. İçimden “Amca ne oldu neden bakıyorsun” demek geçiyordu ama o kadar uzun cümleyi nasıl kuracaktım ki. Amca o acıklı bakışlarına devam etmekteydi, otobüsteki insanlarda amcanın durumunu fark etmiş. Bana ne olduğunu sorsana edasıyla bakıyorlardı. Lakin uzun bir süre susmuştum. Gözlerimi karşıya dikmiş hiçbir şey yapmadan öylece bakıyordum. Bu bakışlar yanağımda bir sıcaklık hissettiğimde bozuldu. Amca hüngür hüngür ağlıyordu. Yanağıyla yüzümü okşuyor beni sanki çok yakınıymışım gibi seviyordu. Hiçbir tepki vermeden uzun uzun bende amcaya baktım. Gözleri çok derindi, anlatacak bir şeyleri vardı sanki. Merakım giderek artmıştı. Otobüstekiler bizi inceliyor onlarda neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Biraz önce gözlerimi kaçırdığım amcadan şimdi gözlerimi alamıyorum. Neler olup bittiğini o kadar çok bilmek istiyordum ki fakat ağzıma kilitler vurulmuştu sanki hiçbir şey söyleyemiyordum. Sessizliği o güzel yüzlü amca bozdu. ”Mehmet’im” dedi. Başkada bir şey çıkmamıştı ağzından. “Amca ben Mehmet değilim.” Diyemedim yine sustum. Aklımdan yüzlerce soru geçiyordu ve hiçbirine cevap bulamıyordum. Çünkü sorularımın cevabı amcadaydı eğer bu otobüsten inmeden cevaplarımı alamazsam, hayatım boyunca cevapsız olarak kalacaktı bir köşede. Dudaklarımı kımıldatmaya başladım. Düşündüğüm soruları sırasıyla sormak için çabaladım. Lakin ağzımdan çıkan tek kelime, titreye titreye söylediğim “ne oldu?”. Benim üzerimde olan gözler biranda amcaya döndü. Hadi be amca! Anlat derdini, kurtulayım şu sorulardan artık. Yine uzun uzun baktı öylece. Derdini anlatması için dudaklarına bakıyordum.
Bir insanın derdini anlatmasının ne kadar zor olduğunu bir kez daha anlamıştım. Amca uzun bir nefes aldıktan sonra tekrar bana baktı. Uzun uzun baktıktan sonra yavaş yavaş konuşmaya başladı.
– Mehmet’im, gadasını aldığım yavrum. Senin gibiydi kuzum, senin gibi. Sırtına çantasını takar, elimi öperdi.” Dedem ben okuluma gidiyorum.” derdi. Cebine harçlığını koyardım.” Güle, güle yavrum. Hayırlı dersler olsun inşallah” derdim. Sana benzettim yavrum, her gün işte böyle senin gibi okula giderdi. Derslerine çalışırdı. ”Dedem, doktor olacam” derdi. Dizlerimi iyi edecekti.
Anlattıkları bir çıkmaza doğru gidiyordu sanki. Söylediği her sözün arkasına kötü bir şeyler bekliyor. ”Ne oldu acaba?” sorusunu sorup duruyordum. Bana neden bu kadar sevgiyle baktığını anlamıştım. Torununa benzetmişti beni. Amcanın sözleri bir bıçak gibi dökülmeye başladı.
– Okula gidecekti yine bir gün. Üstünü giydi, yanıma geldi. ”Dedem ben gidiyorum” dedi. Elimi alnına koyduğunda sıcaklık hissettim. Cayır cayır yanıyordu.” Kuzum bugün okula gitme, hastasın daha kötü olursun” dedim. “ Bir şeyim yok. Bugün gitmem lazım.” Dedi. Çok ısrar ettim, yalvardım. Gitti, gitti…
Amca gözyaşlarını tutamıyordu. Etraftaki insanlar ona müdahale ederken, o hala bana bakıyordu. Ben şuursuzca kalmıştım. Ne söyleyeceğimi, ne yapacağımı bilmiyordum. Amca sözlerine devam etti.
– Okula giderken, kaldırımdan karşıya geçerken araba çarpmış yavrum. Mehmet’im, gitti kuzum. Gitme dedim, gitti. Yalandır dedim, “Mehmet’im, kuzum ölmemiştir” dedim. “O daha çok küçük. Okuyacaktı doktor olacaktı. Dizlerimi iyi edecekti. Vallahi yalandır.” Dedim. Yalan değilmiş kuzum. Gitmiş, dedesini bırakıp gitmiş.
Yine boş boş amcaya bakıyordum. Gözleri beni izliyor, torununu görüyordu gözlerimde. Gözyaşlarımı serbest bırakmaktan başka bir şey yapamadım. Elimi sıkıyordu, beni bırakmak istemiyordu. Etraftaki insanların tesellilerini duymazdan geliyor. Sadece beni izliyordu. Bir şeyler demem gerektiğini biliyordum. Ama ne diye bilirdim ki? İnmem gereken durağa çok az kalmıştı ama nasıl inecektim. Elimi o sıcacık ellerinden çekip nasıl gidecektim. Kafamdaki düşünceler karma karışık oldu. Ne söyleyeceğimi bile bilmiyordum. İneceğim durağa o kadar az kalmıştı ki. Son bir cesaretle elimi yavaş yavaş ellerimden çektim. ”Başın sağ olsun amca.” Diyebildim sadece. Ah be amca keşke konuşabilsem, derdine ortak olsam, bir nebzede olsa faydam olsa ama yok, olmuyor. Yavaşça yerimden kalktım. Gözlerini hala ayrılmıyordu benden. Tam otobüsten inerken biri elimi tuttu. Kafamı çevirdim. Elimi tutan amcaydı. Buyur amca der gibi baktım. Üzerinde, biraz önceki yaşadıklarımızdan eser yoktu. Cebinden çıkardığı bir beşliği elime sıkıştırdı.
– Mehmet’im harçlığını unuttun. Al, hadi iyi dersler.