Beni bir yerlerden görüyorsan baba,
gurur duy artık oğlunla
Güzel adamlar güzelce sevdi çocuklar. Ve sevmek çocuklar. Sevmek ne hoşgörülü bir kelimedir.
Bügün bir çizginin ucunu gördüğüm gündür. Yaradılışımdan azad edildiğim gün… Ve bugün, öyle bir gündür ki, tabancalar hikayemi nişan aldı. Bir şeyler fısıldadım çocuklar.
Hayatın kuralları bazen fazla geliyor üzerime. Normal olmadığımı biliyorum. Başlangıcı ne zamandı bu işin, hangi pazartesi yaktılar çocukluğumu, hangi ayın hangi on üçüydü, kimden alacaklıyım ?bilmiyorum.
Mutlu olduğu kadar yaramaz bir kız çocuğu. Elinde makyaj malzemeleri, taburenin üzerine çıkmış. Aynanın çevresine boyalarını saçmış. Herkesin bir ailesi, her kız çocuğunun bir babası vardı o zamanlar. Ve ben de isterdim çocuklar. Ben de isterdim uzun bir yemek masasına ellerimi yıkamadan oturmayı.
Tıka basa insan eti dolu bir metro istasyonu. Romantik komedi azabında bir hikayenin son kez nefes alışverişi. Hayatımın belki de en donuk günüydü o gün. Her ses, her yüz, her ruh avuçlarımdan sızıyordu sanki. Karşımdaydı. Çok fazla konuşmuyordu. Acele eder gibiydi ama acele işe karışacak şeytanlar bile yoktu etrafımda. Sakinlik ve hırçınlık arasında kararsız kalmış, bir an önce gitmek istiyordu. Tüm çözümleri sürsem önüne, belli ki yine gidecekti. Hava karanlıktı, gökyüzü rutubetli… Tıpkı o akşamdan sonraki her akşam gibi. Kötülüğe değer her şey vardı o gün. Binlerce bebeğin cinayetine ortak olmuştu birileri… Hücum edecekti. Sonrası ? Sonrası biter miydi ? Bazı şeyleri kesik kesik bulanık bulanık hatırlıyorum hala. Suratına bakamadan ağlayışlarım, son bir şevkle metro ledlerinin altında çırpınışlarım ve tekmesini yediğim ihtirasın son demleri. Her seferinde duydum o elektronik sesli kadını. ”Bir durak” daha dedi bana. Bir durak daha sabretsene be çocuk ! Gözyaşlarım yürüyen merdivenlerin arasındaki boşluklara damlıyordu. Pıt pıt pıt sesleri hala kulaklarımda.. Pıt pıt pıt… Pıt pıt pıt…
Ve işte o andan sonraki tüm zamanlarda öyle bir konuşmaya başladım ki çocuklar, çenemi kırsalar dahi susamadım. Ne olduysa o andan sonra oldu. Belki absürt belki ironik ama o andan sonraki her anda, şair gibi, başarısız bir roman denemesi gibi dolandım durdum ortalıkta.
Ve sen şıpıdık ! Sen sakin olmaya bak artık. Gülücükler saç dört bir yana. Sakla gözlerindeki sisleri, yorgunluğunu görebiliyorum. Çarprazlanmış ruhunun gerisinde anlamlarım kilitli durumda. Seni oraya koyup benden esirgemişler. Benden habersiz karanlığına sövmüşler ! Ve biliyor musun gelirken güvercinleri gördüm.
Kanat çırpmıyorlardı…
Bu nasıl bir kaybediş, bu nasıl bir terkedişti ? Bilemiyorum. Terketmek… Terketmekten ziyade terkedilmek, alengirli bir iştir çocuklar. Beni bir dağ başında böyle yapayalnız koydular. Rüzgarlara , kuşlara, bulutlara yakın. Şimdi bir hatıra olamazsın sen öyle belirsiz ve uzak. Ama yine de mavi hatırlamalıyız birbirimizi. Mavi şair rengidir şıpıdık ve ben maviliklere tutunuyorum. Onları tuttum, sıkıca kapattım avcumu. Bir damla süzüldü bileklerimden ve farkında mısın, yine masmavi ! Yine masmavi tüm hacıyatmazlar, yine masmavi tüm haytalar. Bu yaz, o tekneği yine kirala ve kapat kapılarını her zamanki gibi incelikli haytaya. Kimse giremesin içeri ve kimseler incitemesin yüzünü.
Sonuna geldiğim bir yolculuk gibiydi her şey. Bir yerlerde benden habersiz ve benden kayıtsız ama yine benim tarafımdan bir şeyler değişmişti çocuklar. Prangalarını taktığım bir intihar kuşatmasından azat edildiğimin resmidir bugün. Savrulan bir romanın son sayfası gibiydik fakat o romanın son cümlesini de ben yazmışım.
Güzel adamlar güzelce sevdi çocuklar. Ve sevmek çocuklar… Sevmek ne acıklı bir kelimedir.
Çok sevdiğin birinden sonsuza kadar vazgeçtin mi hiç ? Ben vazgeçtim. Omuzlarının sıcaklığı hala kollarımda..
DEMİROĞLU