Sokakta başını eğmiş yürüyordu, yanından onlarca insan geçiyordu nereye odaklandığını kendisi bile bilmiyordu gözleri doluydu sadece, ağlaması için gözünü kırpması yeterliydi ama istemiyordu bulanıktı hayat. Ezberinde olan evine düşünceleriyle ilerliyordu yanından geçen insanların sadece ne renk giydiğini seçebiliyordu, ilerledi uzun bir süre. Evinin yakınlarındaydı. Sokağına adım attığında kendini çok içten bir yerde hissedip çenesine damlalar birikti. Çenesine sonra da yere akıyordu. Kapıyı açıp yastığa kafasını gömüp ağlamak istiyordu sadece. Beyninde neler olduğunu kurcalıyordu. Evine girdi aynada savruk halde gördü kendini. Kendine ”bu ben miyim” dercesine baktı. Sonra hıçkırmaya başladı, cebinden çıkardığı daha önce kullanılmış ve kurumuş peçetesiyle çenesini gıdıklayan damlalarını sildi. Kendisine kızgındı hatta kendisine kırgındı ,hiç kimseye olmadığı kadar sinirliydi kendisine. İnsanları anlamaya çalışmayı bırakmalıydı çünkü kendi dünyasında anlaşılmayı bekleyen birisiydi o. Yazmak istiyordu eski defterini ve mürekkepli kalemini alıp yazmaya başladı, yazdığı sayfalar da ıslanıyordu. Bu damlalar her sevgiyi kalbine aldığında kendisinin beceremediği düzendi. Aslında sevmeyi seviyordu ama yürütemiyordu bir şeyleri yolunda. Yaradanına sığınıyordu birkaç mırıldanmayla ve kendisini aslında kendisi olmadığı bir durumda sezdi. Evet öyleydi bir süre sonra kızarmış suratını hırkasının kollarıyla sildi. Yutkundu. Ama bu yutkunma boğazında kalan birkaç kelimeyi yutamıyordu. Hep orada takılıkalıyordu. Takılı kalsa da kelimeler hayat olduğu yerde kalmıyordu, devam ediyordu, bir şekilde yaşama tutunmalıydı.Belki de zayıflıklarıyla daha da güçlenecekti ağlamaklı olduğu sokağın başına gün gelecek mutlu girecekti.Her gün o sokak başından gördüğü evine daha farklı bakacaktı. Bu defa incelercesine, camlarına varıncaya kadar sonra odası gelecekti aklına yatağının yeri.Sabah dağınık bıraktığı… Belki de çorapları hala içindeydi yatağının.Aklına pembe çorapları takıldı eşi ya kapının arkasında ya dolabında fırlatılmış vaziyetteydi. Hayatını da fırlatmıştı tıpkı pembe çorabı gibi, özensiz bir şekilde.İçinden o çorabı bulup eşleştirmek gelmiyordu çünkü kırgındı hayatı gibi belki de uğraşmak onu yormuştu.Ama kirlileri makinaya atarken mutlaka soracaktı annesi ”kızım bu çorabın eşi nerede? Neden eşleştirip atmıyorsun?” mecbur bulacaktı o saatten sonra.Hayatında da istediğin kadar fırlat istediğin kadar umursama unutmak için üzülmemek için elinden geleni yap ama hayat sorar sana ‘bu çorabın eşi nerede?’ diye. Kalbinin sesini duyduğun anda cevap vermelisin.Ufacık bir şey mutlu etmeye yetecekti aslında.Hemen tatlı yanaklarındaki gamzeleri daha da ortaya çıkacaktı belki bir mektubu okurken gülümseyecekti, belki karşısında görecekti ama bir şekilde dudakları kıvrılıp kimseyi takmadan etrafındakileri umursamadan gülecekti. İnsanlar anlam veremeyecekti durup dururken sırıtmasına, tıpkı ağlarken olduğu gibi ama bu defa kendini tutmayacaktı gözünü tereddüt etmeden kırpacaktı.Bu defa yaş damlamayacaktı. Tek bir sebep o siyah tatlı kirpiklerinden yaşları akıtabilirdi bu defa ağlamana sebep olan yine seni güldürecekti.Bu defa yutkunmayacaktı, bir şeyler takılı kalmayacaktı ,gülerken açık kalan ağzından yuvarlak çenene doğru salyalar akabilirdi ancak mutluluktan onları da nefesini çeker gibi geri çekecekti ve durup düşünecekti ‘seni ağlatan şimdide güldürüyor’ o sokağın başından geçtiğin gün gelecekti aklına evet seni güldüren biri ancak ağlatabilirdi ve seni ağlatan biri ancak güldürebilirdi.Sevmeyi seviyordu öyleyse beceremiyorum demek yerine uğraşmalıydı çünkü sevgi emekti..
1 comment
Başlığı görünce geçen yazdıgım oykum geldi aklıma. Seftali Neydi. Bi sahiplendim 😀 kalemine sağlık