Saat gece yarısını geçiyordu sanırım. Çift kişilik yatağımın ortasında sırt üstü yatmış tavanı izliyordum. İlginç şekillerde delikleri olan avizenin tavanda yarattığı yansımalara bakıyor ve bunları insan yüzlerine benzetiyordum. Parmağımı kaldırıp ‘’Sen Esma’sın, sen Mehmet’sin’’ diye şekillerle konuşmaya başladığım sırada açık olan pencereden esen rüzgâr üşümeme sebep olmuştu. Kalkmak için doğruldum. Kafamı sağ tarafa çevirdiğimde yok saydığım, unutmaya çalıştığım o acı gerçek suratıma bir tokat gibi çarpmıştı. Ediz’in terk edilmiş dolabı teselli verircesine bana bakıyordu. Hatırladıkça mideme bıçaklar saplanıyordu. Bir yanım gözlerimden süzülen yaşlara kızıyor diğer yanım o yaşlara acıyordu.
Koca bir devir kapanmıştı böylece. Bütün o sevinçlerimizi, acılarımızı, birlikte geçirdiğimiz güzel yılları; kullanmaktan kumaşı ağarmış, fermuarı zor kapanan eski püskü valize sıkıştırmış ve gitmişti.
Rüzgar daha şiddetli esmeye başlıyordu. Yatağımdan kalkıp pencereye doğru yöneldim. Uzun, beyaz perdeyi kenara çekip pencereyi kapattım. Tekrar yatağa yürürken devasa büyüklükteki odada sırf yer doldursun diye koyduğumuz kırmızı ikili koltuğun üzerinde siyah kaplı bir defter gördüm. Ediz’in defteri. Sürekli yazı yazardı Ediz. Çıkardığı iki kitabını da sırf hatrı olsun diye okumuştum. Beğenmiştim de. Bu deftere de bazı geceler bir iki cümle yazar, çalışma masasına koyardı. Bazen yazdıklarını okuturdu fakat çoğu zaman ilgimi çekmiyordu. Okumayı pek sevmiyordum ben. Şimdiyse bunu okumayı deli gibi istiyordum. Koltuğa oturdum ve en son yazı yazdığı sayfadan on sayfa geriye gittim.
‘’13 Ağustos 2014- Elisa, sevgilim. Tatilden yeni döndük fakat sen yine tam gaz çalışmaya başladın. İşini senin kadar seven birini daha görmedim.’’
Bodrumdan yeni döndüğümüz tarihlerdi. Aslında her zaman çalıştığım yoğunlukta çalışıyordum, ta ki yeni reklam yönetmenimiz gelene kadar. Okumaya devam ettim.
‘’21 Ağustos 2014- Evlilik yıldönümümüz yaklaşıyor. Umarım Elisa, umarım bizi unutmazsın.’’
Murat’tan yavaş yavaş etkilendiğim, kendime kızdığım fakat bir o kadar da kendime hakim olamadığım günlerdi. Uzun süre Amerika’da yaşamıştı Murat. Hollywood’da başarılı reklam filmlerinin çoğunda onun ismi vardı. Sonunda ülkesine dönmek istemiş, bizim kanalımızda havada kapmıştı. Hem karizmatik hem zekiydi. Birçok kadının isteyebileceği türden özelliklere sahipti. Bilmiyorum. Belki de Ediz’deki eksiklikler onda fazlasıyla vardı.
‘’24 Ağustos 2014- Bugün evliliğimizin 3. yıl dönümü. Saat 22.30 ve sen yoksun. Unuttun biliyorum.’’
O gün Murat’la gece yarısına kadar kanaldaydık ve o gece birbirimize açıldığımız geceydi. Birbirimizi deli gibi istediğimizi itiraf ettiğimiz geceydi. Arabaya bindiğimde cevapsız çağrıları görmüştüm. Eve geldiğimde hiç bozulmamış mükemmel bir masa ve üçlü koltukta uyuyakalmış bir Ediz’le karşılaşmıştım.
‘’2 Eylül 2014- Senin ülkene kar mı yağıyor sevgilim? Anlam veremiyorum bu üşümelerimize… ‘’
Ediz’den tamamen uzaklaştığım günlerdi. Her günüm Murat’la geçiyordu. Bazı geceler Murat’la uyuyordum yıllarca sevdiğim adama yalan söyleyerek. Murat’la yemek yiyor, Murat’la gülüyor ve Murat’la ağlıyordum. Fakat nedense Murat’tan bir türlü emin olamıyordum. Kendime kızıyordum ama bir işe yaramıyordu. Hızlıca bir iki sayfa çevirdim.
‘’23 Eylül 2014- Seni o kadar çok özlüyorum ki Elisa. Sana dokunmama bile tahammül edemiyorsun artık, anlıyorum. Teninde başkasının izi varmış gibi duruyor. Dayanamıyorum.’’
Gözlerimden süzülen yaşlar sayfadaki mürekkebi dağıtıyordu. Bir adam kadınının başkasına gittiğini anladığı halde nasıl dayanırdı böyle? Bir adam bir kadını nasıl bu kadar sevebilirdi?
‘’10 Ekim 2014- Bugün dergiye gitmedim ve ilk defa Elisa’yı takip ettim. Asistanı Esma’yla buluşup bir tekstil şirketine girdiler. Yoksa boş yere mi suçluyorum karımı? Allah’ım yardım et lütfen.’’
Çıkmak için bağıran gözyaşlarımı tutamıyordum artık. O sabah Murat’la buluşup günü birlik tatile gidecektik. Fakat son anda Ediz’in beni takip ettiğini anlayıp hemen planımızı değiştirmiş, Esma’yı aramış ve durumu kurtarmıştım. Artık Ediz’le hiç konuşmuyorduk. Sabahları ya o uyumadan çıkıyordum ya da o çıkarken uyuyormuş numarası yapıyordum. Aslında bu soğukluk Ediz’i sevmediğimden değil, Murat’ı sevdiğimdendi.
‘’28 Ekim 2014- Çok incesin sevgilim. Kopup gidiyordun benden, başkasına bağlanıyorsun. Bugün bunu bir kez daha anladım. Haftalardır bir türlü bakamadığım gözlerinde başka bir adamın izleri vardı ve ben çoktan ölmüştüm ‘meskenim’ dediğim o şehirde’’
Hatırlıyorum, o gün çok üzgündüm. Murat’ın Amerika’ya geri döneceğine dair söylentiler vardı kanalda. Artık burada kalacağına söz vermişti ve bende inanmak istemiştim sanırım. Yine de içimde kötü bir his vardı. Eve gittiğimde yine mükemmel bir masayla karşılaşmıştım. Onunla aynı masaya oturmak istemiyordum. Gözlerine bakamıyordum çünkü. Aç olmadığımı söyleyip yatak odasına gittim. Peşimden gelip neden böyle yaptığımı sordu. ‘Yorgunum’ dedim. ‘Yorgunluk değil bu başka bir şey, başka birisi’ dedi. Cevap vermedim ve oflayarak banyoya gittim. Arkamdan geldi ve omzumdan tutup kendine çevirdi. ‘Gözlerimin içine bak Elisa!’ diye bağırdı. İlk defa onu bu kadar sinirli görmüştüm. Baktığımda gözlerinden ateş fışkırıyordu sanki. Yutkundum ve hafifçe gözlerimi kapattım. ‘Beni seviyor musun?’ dedi, cevap vermedim. ‘Beni artık sevmiyor musun?’ dedi, ona da cevap vermedim. Sonra da kapıyı çarpışını duydum.
‘’5 Kasım 2014- Seni başka bir adamın elini tutarken görmektense böylece toprağın altına girmeyi tercih ederdim. Meskenimde cesedim bile kalmamıştı. Artık kurtarılacak bir toprak yoktu o karanlık şehirde.’’
Hıçkırıklarımı tutamıyordum, aklıma geldikçe deliriyordum. Murat’la buluşup kahvaltı etmiştik. Ona Ediz’den boşanacağımı söyledim ve o da cevap olarak Amerika’ya gideceğini söyledi. O kadar rahat bir şekilde söyledi ki sanki burada hiçbir şey yaşamamış, arkasında kimseyi bırakmayacakmış gibiydi. Onunla Amerika’ya gelebileceğimi söyledim, kabul etmedi. Konuşmanın ortasında ayağa kalktı ve ‘Elisa buraya kadardı. Güzel zamanlar geçirdik fakat ilerisi yoktu zaten. Eşine dön, o seni seviyor’ dedi ve gitti. Kendimi cami avlusuna bırakılmış bir bebek gibi hissettim. Gerçi o bebekler nasıl hisseder onu da bilmiyordum ya! Bomboş etrafa bakınırken telefonumun sesiyle kendime geldim. Arayan Esma’ydı ve kanala çağırıyordu. Hemen gittim, kanaldaki işleri hallettim. Sonra da Murat’ın kaldığı otele sürdüm arabayı. Odasına çıktım fakat boştu. Resepsiyona gidip Murat’ın otelden ayrılıp ayrılmadığını sordum. Görevli iki gün önce eşinin geldiğini ve yarım saat önce birlikte otelden ayrıldıklarını söyledi. ‘Aynı kişiden bahsettiğimize emin misiniz?’ diye sordum. Soyadlarını söyledi. Şok olmuştum. Murat evliydi. Ben böyle bir adam için eşimi kaybediyordum.
‘’5 Kasım 2014- Saatlerdir düşünüyorum; gitmekten başka bir çıkış yolu bulamadım. Seni seviyorum ve gidiyorum.’’
Murat’ın şokuyla yolda anlamsızca yürürken bir şeyler yapmam gerektiğini fark ettim. Ediz’i aradım fakat telefonu kapalıydı. İş arkadaşı Mehmet’i aradım ve bugün işe gitmediğini öğrendim, hemen eve gittim. Kapıyı açtığımda Ediz’i o büyük valiziyle merdivenlerden aşağı inerken gördüm. Gözlerimden yaşlar süzülüyordu. ‘Ediz’ dedim kısık sesle. Kapının orada, önümde durdu. Valizini yere bıraktı ve elleriyle yanaklarımı kavradı. Dudaklarımdan öptü. O öpüş; ilk öpüş gibi tutkulu, âşık. Delirmiş gibi fakat fazlasıyla sakin. Gözlerinden süzülen yaşlar benimkilerle birleşti. Birbirimize sıkı sıkı sarıldık. Veda ederken insanlar böyle sarılıyormuş demek ki. Ellerini belimden ayırmadan kendini biraz geriye çekti. ‘Seni çok seviyorum sevgilim. Hoşça kal.’ dedi. Ellerini belimden çekişini hissettim. Gözlerimi açmadım gidişini görmemek için. Kapının sesini sonra da arabasını çalıştırdığını duydum. Gözlerimi açtım, yavaş adımlarla merdivenleri çıkıp yatak odasına gittim. Çift kişilik yatağımıza-yatağıma yattım. Düşündüm, düşündüm, düşündüm ve ağladım. Şimdiyse bu okuduklarımdan sonra ölmek istiyordum. Bir adam bir kadını ancak bu kadar sevebilirdi. Ve bir kadın ancak bu kadar pişman olabilirdi yaptıklarından. Kim için kimi kaybetmiştim. Zamanı geri alıp her şeyi düzeltmek istiyordum imkânsız olduğunu bildiğim halde. Yağmurun başladığını fark ettim. Camdan esen rüzgârı değil, gözyaşlarıma karışabilecek yağmuru istiyordum. Ediz’in siyah kaplı defterini koltuğa koydum. Balkonun kapısını açtım, demirlerin kenarına oturup yüzümü gökyüzüne çevirdim. Yağmur gözyaşlarıma karışmıştı işte. Yere oturdum ve dizlerimi karnıma çektim. Çığlıklar attım, hıçkırıklarla ağladım. Kimse duymadı. Bir daha uyanmamayı dileyerek gözlerimi kapattım. Ölmeliydim. Zaten ölmüştüm de.
Bahar GÜLEÇ