3 Eylül 19:37.. Nigel Paris’teki dairesinden ayrılmak üzereydi. Eşyalarını bir valizin içine toplamış, son dakikada yaptığı uçuş rezervasyonunu telefondan kontrol ediyordu. Bir anda telefon çaldı.. “Arayan bilinmeyen numara”ydı.. ;
– Alo buyrun ?
Karşıdaki tanıdık bir sesti;
– Dododosstumm, ba ba başımız büyükk belada !!!
– Ha… sen neden arıyorsun beni ! Manyak mısın kendini açığa çıkaracaksın !!!
– Dinle Nigel ben olanları duyduktan sonra ortalıktan kayboldum. Telefonu da az sonra yok edeceğim..
– Cemil sana birşeyler gönderdi mi ?
– Ee eevet.. Bunlar, bunlar çok kötü şeyler Nigel.. Dünya Savaşı çıkar bunlarla!!
– Oh mon dieu.. Şimdi beni iyi dinle… Ben bizim eski buluşma yerimize gideceğim. Hatırladın mı ? En eskisi, eski sarayın orada…
– Evet evet ! Hat.. hattırlıyorum..
– Oraya gel ve şimdi telefonu yok et..
– Dinle Nigel… Takip ediliyor olabilirsin, bunlar çok tehlikeli adamlar.. Sana çok değer veriyorum bunu biliyorsun değil mi ?
– Biliyorum sen de benim için önemlisin.. Ama merak etme onlar tehlikeli olabilir fakat ben ” Çelik” Binbaşı Nigel’ım değil mi ? Bunlar her kimse hepsini atlatabilirim..
– Biliyorum Nigel, çelik gibisin.. Ama biraz yaşlandın artık..
– Bunu sana söyleyeceğim hiç aklıma gelmezdi ama… İyi ki varsın ve var olmaya devam et… Buluşmaya geldiğimizde konuşuruz.. Bye
Nigel telefonu kapattı. Telefonun diğer ucundaki kişi daha söyleyeceklerini ağzından çıkaramadan öylece kaldı.. Hemen telefondan sim kartı çıkarıp kırdı, telefonu da yol kenarındaki çöpe attı ve karanlıkta kayboldu…
Nigel telefonu kapattıktan sonra yatak odasına geçti. Yatağın altından tozlu, eskimiş bir çanta çıkardı. Üzerinde NATO Özel Kuvvetler yazıyordu. Çantayı açtı. İçerisinde bir sürü pasaport, kimlik kartı ve Cemil’in 1981’de General Zakarov’dan alıp ona hediye ettiği ve Generali öldürdüğü tabanca duruyordu. Colt marka tabancasını eline aldı, biraz baktı sonra beline yerleştirdi. Çantadan bir pasaport, bir kimlik ve eski bir telefon aldı. Çantayı yerine koyduktan sonra salonda duran küçük valizini omzuna astı ve dairesinden çıktı. Kapıdan çıktıktan sonra bir kaç saniye etrafı süzdü güvenlik için, kimseler yoktu ama yine de bir elini belinde tutuyordu. Asansöre yürüdü, düğmeye bastı. Asansör bulunduğu kattaydı hemen kapı açıldı, Nigel içeri girdi ve zemin kata indi. Asansörden çıktıktan sonra yine etrafa bakındı bir kaç saniye, sanki birşeyler yanlış gibiydi çok sessizdi ortalık. ” Belki benim kuruntum ” dedi kendi kendine. Binadan yavaş adımlar ve etrafı süzen gözlerle dışarı çıktı. Arabasına binecekken bir anda eğildi ve arabanın altına baktı bomba var mı diye ? ” Tamamen çıldırdım, oh mon dieu, herşey temiz takip edilmiyorum” dedi içinden. Arabasına bindi ve Paris – Charles De Gaulle havalimanına gitmek için oradan ayrıldı…
Nigel’in evinin önünde bekleyen siyah van Nigel’in ayrılmasından yaklaşık 20 saniye sonra harekete geçti.. Vanın içindeki adamlardan biri yine telefonla konuşuyordu;
– Takipte misiniz… Tamam anlaşıldı biz de yeni hareket ettik.. Evet üç araç da fark ettirmeden takip edin.. Biz arkanızdan geliyoruz..
Nigel sokaktan çıktı ve ana caddeye döndü. Cadde üzerinde ilerledi ve havalimanına giden yola girdi. Yaklaşık 15 dakikalık bir yoldu bu. Arabanın teybini açtı favori şarkısı yine çalıyordu – Rob Dougan / Clubbed To Death -. Şarkının girmesiyle beraber gaza biraz daha asıldı ve araba kükredi.. Arabası 1964 Model Pontiac GTO’ydu. Bu araba V8 motorlu 390 beygirlik tek kapılı siyah bir canavardı. Nigel hızını biraz daha arttırmıştı ki telefonuna bir mesaj geldi. Hemen gelen mesajı okudu ; ” Takip ediliyorsun. Onları atlatmadan uçağa binme. ” Mesajın geldiği numarayı aradı fakat öyle bir numara kullanılmıyordu. Hemen hızını düşürdü ve bütün dikiz aynalarını kontrol etti. O vakte kadar şüphe çeken birşey yoktu ama herşey değişmek üzereydi. ” Bu mesajı kim gönderdi ve nereye gittiğimi nerden biliyor ? Beni kim takip ediyor ? Nerede bu adamlar, hangi arabayı sürüyorlar ? ” diye düşündü. Hemen hızlı bir karar vermesi lazımdı, ya direk havalimanına gidecek orada izini kaybettirmeye çalışacak ya da ilerideki yan yola girip kendini takip edenleri bulmaya çalışacaktı. Ama bu sefer de uçak kaçacaktı ve biliyordu ki James’le yarın orada buluşamazlarsa James’de izini kaybettirebilirdi. Bu da hiç istemediği birşeydi, ama Nigel ikinci seçeneği uyguladı. Önce hızını biraz arttırdı 400 metre kadar hızla gitti ve son anda kaza yapmak pahasına da olsa anayoldan sağa giren yan yola giriş yaptı. Az kalsın arkasından gelenler ona vuracaktı ama kurtardı. Hızlıca şehrin içine giden caddeye girdi. Evet tahminlerinde doğruydu onun arkasında iki araba vardı, bir bmw bir de mercedes. İkisi de siyah ve sedan tipiydi. Nigel caddeden doğruca kendi evine giden yola döndü. Bir plan yapmıştı kafasında ve bunu uyguluyordu. Sanki birşey unutmuş gibi dairesine dönecekti, arabasını park edip yukarı çıkarmış gibi yapacaktı ve arkasından gelenleri görecekti. Aynen de böyle yaptı. Aynı anda Nigel’i takip eden arabaların birindeki adamlardan bir tanesi telefonla konuşmaktaydı;
– Efendim bu fransız dairesine geri dönüyorr galiba, takipteyiz efendim.. Bilmiyorum nedenini ama aniden anayoldan çıktı ve şehre geri girdi. Şu anda evine giden ana caddenin üzerindeyiz. Tamam efendim, şüphelenmiş gibi gözükmüyor. Herhalde birşeyleri unuttu.. Anlaşıldı efendim talimatlarınızı bekliyoruz.
Nigel sokağa girdi. Kimseler yoktu, arabalar aynı yerinde duruyordu. Arabasını park etti. Hızla arabadan indi, acelesi varmışcasına, ve binadan içeri girdi. Önce dairesine çıktı. Işıkları açtı. Ardından daireyi kilitledi ve binanın yangın çıkışından da merdivenlere çıktı. Yangın merdivenlerinden aşağı inip köşedeki çöp bidonlarının arasına gizlendi ve kim gelecek diye beklemeye başladı. Tahminleri doğruydu, iki sedan araç sokağa girdiler, yavaşça Nigel’in arabasının önünden geçtiler ve sokaktan çıktılar. Ardından siyah bir van geldi ve tam Nigel’in arabasının karşı tarafına park etti. Siyah vanı gören Nigel ” Bu aracı hatırlıyorum. Ben çıkarken bu araç karşıdaydı. Kim bunlar öğrenmem lazım..” diye düşündü içinden. Ama önce tedbir almalıydı. Diğer iki aracın uzaklaştığından emin olmalıydı. Yavaşça bulunduğu yerden kalktı, havanın karanlık olmasından da faydalanarak görünmeden sokağın çıkışına kadar yürüdü. Oradan sağa döndü ve diğer sokağın girişine kadar yol kenarından yürüdü. Tam tahmin ettiği gibiydi, o iki araba diğer sokaktaydı. Arabaların içinde toplam 6 kişi vardı biri telefonla konuşuyordu. ” Amatörler, hah.. Ben size gösterirdim ama neyse.” dedi kendi kendine. Geri kendi sokağına girdi. Kaldığı binanın yan çıkışına gelene kadar sessizce ve karanlıktan faydalanarak yürüdü. Yangın merdiveninden yukarı kendi dairesinin bulunduğu kata çıktı. Yangın çıkış kapısını hafifçe açtı ve koridoru süzdü, kimseler yoktu. Hemen koridora girdi ve dairesinin kapısına geldi. Sağını solunu kontrol ettikten sonra kapıyı açtı ve içeri girdi. Doğruca odasına gitti ve yatağının altındaki çantayı çıkardı. Çantanın içindekileri yere döktü. Bir sürü pasaport ve kimlik yere saçıldı. Ardından çantadaki gizli bölmeyi açtı. ” İşte buradasınız, birazdan tanrıyla buluşturacaklarınız var.. Oh mon dieu, oh mon dieu.. ” dedi kendi kendine. Çantadakiler üç tane üzerlerinde boyayla ” Oh mon dieu ” yazan el bombasıydı. Üçünü de aldı cebine attı ve hızla dışarı çıktı. Koridoru bir daha kontrol etti yine kimseler yoktu. ” Cidden bunlar akılsız amatörler..” diye söylendi kendi kendine. Yavaş adımlarla asansöre bindi. Zemin kata geldiğinde asansörün kapısı açıldı, bir an için etrafı süzdü, çok sessizdi. Hızlı adımlarla sanki acelesi varmış gibi dışarı çıktı. Nigel anahtarını ararmış gibi yaparken karşıda duran siyah vana baktı. Aynı anda siyah vanın içerisindeki adamlardan biri telsizden konuşuyordu ;
– Ekip 2 ve 3.. Fransız şimdi binadan çıktı.. Emrimle takibe başlamaya hazır olun. Ekip 4 havalimanında pozisyon aldı beklemede.. Tamam..
Telsizden geri anons geldi;
– Ekip 1, anlaşıldı tamam. Talimatınızı bekliyoruz.. Tamam.
Nigel bir anda arabasının yola bakan tarafına geçti ve arka lastiğini kontrol edermiş gibi yaptı. O esnada cebinde pimini söküp elinde sıkıca tuttuğu el bombasını yavaşca siyah vanın altına doğru yuvarladı ve bağırmaya başladı ; ” Oh mon dieu ! Oh mon dieu ! Sizi lanet amatörler, sizi lanet amatörler !! ” Arabadakiler Nigel’in ne yaptığına bir anlam veremediler. ” Ne yapıyor bu adam ? ” diye sordu yanındakilere ekibin başındaki. Nigel hızla arabasına bindi ve oradan son sürat uzaklaşırken vanın içindeki adam telsizden anons geçti ;
– Fransız arabasına bindi.. Tüm ekipl…(patlama sesi)….
Bir sokak ötedeki araçların içinde telsizle konuşan adam geri anons geçiyordu ki büyük bir patlama sesi duydu;
– Ekip 1 talimatınız anlaşılmadı.. Ekip 1 duyuyor musunuz ? Ses yok…
Ekip 2’nin lideri arkasındaki bekleyen arabaya el işaretiyle gidelim talimatı verdi. İki araç hemen yan sokağa girdiler. Sokakta yanan bir araba vardı, hızla yanından geçtiler, Ekip 2’nin başı hemen telefonunu eline aldı ve birisini aradı ;
– Efendim Ekip 1 açığa çıktı… Evet efendim….Öldüler…Bomba gibi gözükmekte… Anlaşıldı efendim..
Telefonu kapatan ekip lideri telsizden arkasındakilere seslendi ;
– Gödrüğümüz yerde Fransızı indiriyoruz.. Açığa çıktık galiba.. Talimat böyle.. Tamam.
Geri cevap geldi;
– Anlaşıldı tamam..
Ekip lideri telefonuyla tekrar birini aradı;
– Ekip 4 Fransızı gördüğünüz yerde indirin. Biz açığa çıkmış olabiliriz, yine de peşindeyiz.
Ekip 2 ve Ekip 3 hızla sokaktan çıktılar ve Nigel’i şehrin içinde aramaya başladılar. O esnada Nigel Paris’ten çıkmış ve Le Mans’a doğru son sürat yol alıyordu. Yolda giderken aklına James geldi ve onu aradı.. Telefon çaldı fakat açan olmadı. 5 dakika sonra tekrar James’i aradı.. Telefon birkaç defa çaldıktan sonra James açtı.. Arkada silah sesleri ve çığlıklar geliyordu;
– Alo James bu sesler ne ?
– Lanet olsun be adam, şu anda zor bir durumdayım !!!
– James nerdesin ?
Arkadan silah sesleri devam etmektedir..
– Kendimi öldürtmemeye çalışıyorum…Ah lanet olsun seni pislik herif… (telefon kapanır)
– Alo James, James.. Neler oluyor orada !!! Oh mon dieu, yoksa onunda mı peşindeydiler.. Tanrım sen James’i koru..
Nigel tekrardan James’in telefonunu aradı fakat bu sefer hepten ulaşılamıyordu. Acaba James neler yaşıyordu, sağ mıydı, ona da kendisine gelen mesaj gibi birşey gelmiş miydi ? Bütün bunlar aklındayken telefonuna bir mesaj geldi. Mesajda ” Sen arkadaşınla buluşacağın yere git. Korkma herşeyi gören bir GÖZ vardır” yazıyordu.. Nigel mesajı okuduktan sonra gelen numarayı aramadı çünkü öyle bir numaranın olmadığını biliyordu.. Fakat mesajın son cümlesi tanıdıktı, 1981’de Cemil’in anlattığı olaydaki Şah Esud ve Asame’nin Cemil’e gösterdiği, Mednan Bıçakçı’dan gelen mektuptaki yazıydı. Nigel garip düşünceler içerisinde gaza yüklendi ve karanlığın içinde Le Mans’a giden yolun içinde kayboldu..
3 Eylül saat 19:55.. James Hunt gazetedeki ofisinden ayrılmak üzereydi. Bütün gün Cemil’in haberiyle ve ondan bir iz bulmak için uğraşmıştı. Beyni patlayacak gibi hissediyordu. Nigel’la konuştuktan sonra ofisini topralamış, uçak rezervasyonunu yapmış, aşağıda kendisini uçağa götürecek taksiye binmek için asansöre girmişti. Asansörde yalnızdı. İçinde bir sıkıntı vardı ve her içinde bu sıkıntı baş gösterdiğinde büyük şeyler oluyordu. En azında kendisi böyle düşünüyordu. ” Dur bakalım bu sefer ne olacak” diye söylendi kendi kendine. Bir anda cep telefonuna bir mesaj geldi ; ” Kaç Yüzbaşı Kaç ! “… İlk önce bu mesaja bir anlam veremedi, kötü bir şaka zannetti. Mesajın gönderildiği numarayı aradı ama öyle bir numara kullanılmamaktaydı..” Oh mon dieu ” diye mırıldandı. Tedirgin oldu, kalp atışları hızlanmaya başladı, kulaklarının yandığını hissetti. Yanında tabancası da yoktu. Asansörün kapsı açıldı…
(devamı gelecek bölümde)