Mehtabın altında, hoyrat uğuldayan yelli uzun bir gecenin ardından gelen sükûnet. Bütün bir gecenin hırçınlığını, gürültüsünü geride bırakmıştır artık. Çift yönlü üç mızrağın olağan üstü biçimde birleşiminden meydana gelen, İstanbul’a ak bir manto giydirip tüm kara yanlarını gizleyen beyaz füsuna uğramıştır İstanbul. Bu ”Tebdil-i İstanbul” bende hep bir dinginlik uyandırmaktadır. Fırtınalı yorgunluğa uğratıcı gecenin ertesinde ziyalar bir gündöndü tadında aydınlatır apak kürkü. İsterim ki hep bu akça kürkle dolanıp dursun bir ömür boyu. Ki bir ömre bedeldir, bir elin parmaklarını aşamayan bu çekici süslenme. Çekici olduğu gibi bir o kadar da gaddardır. Güldeki diken misali birçok tedbiri icap ettirir. Bir gelincik bitkisi gibisinden ürkekçe yaklaşırız ona. Dokunmaya kıyılamaz, dokunsan ağlarcasına kırmızı yapraklarını gövdesine aks ettirerek dökecek bir gelincik gibi, ayaklar altına alınıp ezilip büzülmesine de gönül razı gelmez. Buna karşın bembeyazlığın verdiği göz kamaştırıcı mücellalar bende mukavemet edilemez bir kendimi sokaklara vurma arzusu teşekkül ettirir.
Bilhassa İstiklâl Caddesin’de bulunmayı arzu ederim. Her iki yanında da binaların dimdik nöbet tuttuğu, ortasından iki yılanın upuzun yol boyunca akıp gittiği demirden rayların üzerinde süzülen gelincik çiçeği alı, oyuncağı tahayyül ettiren vagon. Tümünü çevreleyen aktan şal ne güzelde gösterir, ekseriya hıncahınç olan bu semti. Bilakis gölgede kalmış sokakları el değmemiş buz kristalleriyle örtülüdür. El değmeye görsün altı köşeli altın oran yok olur gider. Velakin gidenin yerine yenisi gök kubbeden paraşütle atlamışçasına eline konuverir.
Günün son ziyaları vururken duvarlara, hoyratlaşır yine evvelki gece gibi. Lakin vardır en nihayetinde sükûnet, arsız geçen gecelerin.
Yakışır tebdil İstanbul’a, ister tebdil İstanbul arada.
İstanbul’un tebdili huzur verir bana ,”Tebdil-i İstanbul” şart bu cihanda.