Gecenin körü ve sabaha doğruyum. Çıplak ayak sesleri, aralı kapıların gıcırtısı, pencerede perdenin hışırtısı, sokakta lambanın ışıltısı…
Lakin bazen tam olarak kim ve nereye ait olduğum konusunda en ufak bi’ fikrim dahi olmuyor.
Aynadaki donuk yansımama, daha önce hiç görmediğim bir şey edasıyla bakıyor ve zihnimin en ücra köşelerinden gelen sese kulak kabartıyor ruhum.
“Bu sen değilsin!”
Ait olduğun yer burası değil…
Kafamda yankılanan bu ses, tınısındaki çaresizlik ve dehşetengiz gerçekliği ile iliklerime işliyor, zaten histen bihaber ruhumu daha da köreltiyordu. Her geçen gün biraz daha buz tutuyor, biraz daha köreliyordum. Benliğimin derinliklerinde çığlıklar cirit atıyor, lakin ağzımı bıçak açmıyordu.
Gözlerimi aynadan ayırdığım an ise etrafımda olup biten ne varsa, en son bıraktığımdan tamamen farklı bir hal alıyor.
Henüz olgunluğun kırmızılığına erişememiş bir Milla, içerisinde yılların mayhoşluğunu saklıyordu..
İçimizde taşıdığımız bu kaygılar, umutsuz düşlerimiz, açıklanamaz zulüm, yok olma korkumuz ve dünyevi koşullarımızın farkına varmış olmamız, selamet umudumuzu daha belirginleştiriyor.
İnancımızın ve kuşkumuzun geceki haykırışları, perişanlığımızın ve ürkütücü farkındalığımızın en korkunç kanıtları oluyor…