Arka arkaya kaç yalandan dönmüştük okeye döner gibi… Kimleri kandırmaktan korkup yalnızca kendimizi kandırmıştık acaba? Biliyordum, verdiğimiz sözlerin ve ettiğimiz yeminlerin hiçbiri üstümüze yakışmayacaktı. Çünkü hayat vaatler kumsalına itmezdi yol almak isteyen insanı. Devrik cümlelerimizin şarabında sarhoş olurduk, bizi sevmeyen insanlara döşediğimiz şiirler yapmacık sevenlerin ayaklarının altında ezilirdi. Kötüydük, iyiliği bebekken içtiğimiz anne sütümüz sanmaya başlamıştık. Kötülük aklını çeliyordu insanın. Bak bir varmış bir yokmuşla hayatımızdan giden insanların yerlerine koyabileceğimiz her şeyi koyar olmuştuk. Gönül bavulumuz epey doluydu. Kirlilerini atmadan doldurursa insan bavulunu, temizlerle kirliler karışıp da zehir etmez mi insanın mutlu hâlini? Sevdiğimizi sandıklarımızı unutup çok sevdiklerimizi unutamamakla geçirmiştik ziyan ömrümüzü. Hayat yalnızca sevmekten mi ibaretti? “Hayır” desek de yalanın en dibiydi. Doğarken sevgiyle doğmuştuk çünkü ve her şey sevmekle başlardı, tabii ki de hayatın özü sevmekti. Duygusuz olduğunu söyleyen onca insan aslında hep çok sevmiş ve kazığa oturtulmuş masum insanlardı. Ben de onlardan biriydim, yaşadığım şehri dahi sevmezdim. Gizeminde kaybolmaz, mutluluk davetlerine katılmaz; hüzünlü yanında ona küfrederdim. Bugün bir başka havası vardı şehrimin. Bulutları gülüyordu gökyüzünün, insanları rengârenkti ve herkes ışıldıyordu; sonra fark ettim yaşadığım ânın bugün olmadığını ben yine salak gibi çok öncesine gitmiştim, dejavu denen illeti soymuş çırılçıplak etmiştim hatıralarımın koynunda. Masallara artık inanmadığımı bilmenizi isterim. Bir varmış diyoruz ama sevdiklerimizin hepsi yokluğa karışıyor. Hani bir vardı, bir yoktu? Önce yok olup sonra var olamaz mıydı?
Çocukken ben, rapunzelin saçını çekmişim galiba. Bu yüzden başta çizgi film karakterleri olmak üzere masal kahramanlarının da bana garezleri var. Gargamel benden yana olmasaydı şirineyi çalıp yerine geçerdim. Yalnız kendi masalıma bir kötü karakter yeterdi bu yüzden gargamelle ikimizin kötülüğü şirineyi kurtarmıştı. Bunları neden söyledim hiç bilmiyorum, sen bana bakma. Aklına sevmediğin bir insanı getir desem dakikalarca düşünürsün, aklına en sevdiğin insanı getir desem aklından önce kalbin sana şiirler okumaya başlar. Hayat her daim böyle midir?
Sevmekle barışamıyorum beni sevdiğini sandıklarım benden önce kendilerini sevdiklerini bariz bir şekilde göstermeye başladıklarından beri. Güven kırığını yapıştırmak sevmekten çok daha zormuş anladım ne yazık ki. Yalnızlıktan bir çocuğum olsa adı ıssızlık olur, ıssızlık düşük yapsa onun adı mutlu sevmek olur. Neden, peki neden? İnan ben de bilmiyorum.
Kimi sevsem idam mahkûmu oluyorum kalbinde, kalemimi kırıp önce kalbimden arta kalan mutlulukları çalıp öyle öldürüyor beni. İnsafsızlık şarkıları yazıyor bana, sevdiceğine düşen pay ise “aşk gerçeği” oluyor. Sanırım delilik tam olarak bende. Sevmek denen güzelliği lanetli sevgisizlere yapıştırırsam etiketimi ihanetle ödeyen çok olur.
Bilmiyorum, ben de senin gibi biriyim işte. Saydığına sövdüğüne aslında delicesine âşık… Yarım yamalak sadist, en çok da mazoşist… Hüngür hüngür ağladığımızda uzanan el yerine sümüğümüz bizi teselli ediyor, ağzımıza kadar girip midemizi bulandırdığı anda bile “Ama çok seviyorum, onun için ölüyorum” diyerek gururumuzu pezevenklere satıyoruz. Argo kadehi kaldırmış hayat, yoksa bakma böyle sözler söylediğime; ben terbiyesiz değilim.
Hangi eve, hangi şehre ya da hangi yalnızlığa gitsem adım başı aynı hadsiz düşünceler… Fark ettiğinde geç oluyor insan için; mesele şehir ev ya da iş yeri değiştirmek çevre değiştirmek hiç değil. Kafaya format çekip kalbi sıfırladığında belki bir nebze de olsa her şey değişir. Mümkün olabilseydi bu onca mutsuz insan en çok mutlu olurdu.
Geçen gün mutluluğun düğünü vardı hem de kiminle biliyor musun? Narsizimle!
Mutluluk da en çok kendine âşıkmış, bu yüzden bize zulmediyormuş meğer. Çok terbiyesiz bir düzenden geçiyoruz, keşke akıllı telefonlarla uğraşacaklarına ömür boyu mutlu olmak için ömürlük mucizeler sunsalar. Mutsuz olmadan kıymeti anlaşılmaz mı dersin mutluluğun?
Bu da ezberlenmiş koca bir yalan ve bu yüzden mutsuzuz. Mutlu olabilmek için mutsuz oluyoruz. Karmaşık insanoğlu kendini ayıplayacağına karşısındakine çamur atıyor. Kim kendine laf getirir ki?
Bahane desen gırla… Ben birini sevdim, gözleri kör kalbi nankördü. Gözleriyle beni görmez, kalbinde ise bana aşk şerbetleri ısmarlamazdı. İşte bu yüzden bunca aşka karşılık hem kör hem de nankördü.
Topallığı olsa idare edebilirdik, topal bir sevmek de yakışabilirdi üstelik. İçinde sevmek geçen her şey başımın tacı olurdu nitekim. Ben ah vah çekerken o ayva reçel anlardı. Bakış açılarımız gözlük dahi taksa birbirine ulaşamaz, birbirini göremezdi. Sonra kalbim nasırlı oldu, buz tedavisi uygulayıp önce dondurup sonra yaktırayım dedim; ayağımızdaki nasırları yok ediyordu kalbimizdekine de çare olurdu belki. Doktorum kalbimi açar açmaz kalbim ellerinde dondu. Dondurma tadı veren bir aşk yaşıyorum sandı, hâlbuki ben içten yanmaktaydım. Donarken yanmak giyinikken üşümek gibi bir şeydi herhalde.
Artık sevmek istemiyorum onu. Kaf dağındaymış burnu, ben de zaten oraya erişemezdim. Burnunu indirsem oradan aşağı başka bir tarafı erişirdi belli ki, bir kere kaf dağına ulaşan ağzınla kuş tutsan iflah olmazdı artık. Biz insanoğlu kendimizi kandırıyorduk, tuvaletin klozetine sığmayan kıçı aşk yuvasına geçmek isteyince büyüyordu; kibirli bir kıç da benim harcım değildi.
Çok terbiyesiz olmuş hayat, yoksa ben terbiyesiz değilim. Herkesin bahane zinciri vardır ya; benimki kopsa da yenisini yaptırdım iflah olmam belli ki. Belki o da seviyordur beni, kim bilir?
Kalbi kandan ziyade aşk pompalıyordur benim için de, naz niyaz sipariş etmiştir sofrasına. Bahaneler sevmeyi bilmeyenlerin uğrak yeriydi aslında; ben yanlış kapının yanlış ziliyim. Çaldılar beni…
Uyusana hayat, yarın sabah sana şarkılar söyleyecek güneş. Bir de bakarsın siktir olup gider beter düzenin. Güneşin ıslak saçları bulutları pamuk ellerin sanır.
Ben bu kadar terbiyesiz değildim, şeref yoksunu bir aşkın cam şişesine hapsolunca böyle olurmuş insan. Bahane çelengi yolladılar cenazeme, saygılarımı sunar o yârin şerefsiz alnından hasretle öperim.
Dilara AKSOY