Gece vardiyamın bitmesine 1 saat kalmıştı. Usta yanıma gelip, “vardiyanı değiştirdikten sonra bekle, toplantı var” dedi. Çalıştığım enjeksiyon makinesini, gündüz vardiyasında ki elemana teslim ettikten sonra gidip iş kıyafetlerimi değiştirdim, toplantı salonuna çıktım. Herkes ayaktaydı. Toplantıya son kişi olarak girmenin, kendimce haklı gururunu yaşıyordum. İçimden, keşke biraz daha geç gelseydim de bu saçmalığa katlanmak zorunda olmasaydım, diye geçiriyordum.
Fabrikada ki bütün üst düzey aptallar oradaydı. Üretim müdürü, kalite müdürü, baş usta, muhasebe müdürü ve makine mühendisi diye ortalıklarda dolaşan bir tip. Onu ikinci ve ya üçüncü görüşümdü. Altı aydan beri o fabrikadaydım. Ne iş yapardı bilmiyorum. Maaşı, bizim eşek gibi çalışarak hak ettiklerimizle, bizden sömürdükleriyle ödeniyordu. Hepsinin. Gelip bir gece çalışsalardı anlarlardı.
Bende diğer işçilerin yanına gidip dikilmeye başladım. Yönetici tayfası aralarında fısırdaşıyorlardı. Sarışın bir kadındı, kalite müdürü olan. Bana dönüp,’’seni tanımıyorum’’ dedi. ‘’Bende sizi’’ diye cevap verdim. ‘’Tülin benim adım, kalite müdürüyüm’’, ‘’Engin ben, işçiyim.’’
Diğer işçiler ve diğer müdürler anlamsız gözlerle bana bakıyorlardı. ‘’Memnun oldum,’’ dedi, sarışın müdür. ‘’Bende’’ dedim.
Üretim müdürü bu bakışmaları bitirmek ve toplantıya başlamak için,‘’Tamam, toplantıya başlayabiliriz artık’’ diyerek durumu toparlamaya çalıştı.
Toplantının amacı belliydi, bizi daha çok sömürmek istiyorlardı. Üretim hızı ve niceliği bizim elimizdeydi. Kalıp açılır ve çıkan parçayı alırdınız. Sonra makinenin kapısını kapatır ve kalıbın kapanmasını sağlardınız. Bu açma kapama süresinin uzun olduğunu düşünüyorlardı. Sarışın kadın bizim uymamız gereken kuralları ve hızımızı nasıl arttıracağımızı anlatıyordu. Ben camdan dışarıyı seyrediyordum. Arada sırada vurgusu sertleştiğinde yüzüne bakıyor, sonra tekrar cama çeviriyordum kafamı. Tek istediğim evime gidip uyumaktı. 12 saat çalışmıştım ve berbat görünüyordum. Yorgundum. Terlemiştim ve terim kurumuştu. Saçlarım yağlanmıştı. Banyoya ihtiyacım vardı. Her günümün en az 12 saatini onlara veriyordum ve karşılığında asgari ücretle birlikte azar alıyordum.
Kadının konuşması gittikçe sertleşiyordu. İki yanımda duran tip elini kaldırıp ‘’ Tülin Hanım’’ diye seslendi.
‘’Evet, Ahmet?’’
‘’Haklısınız, herkes işine biraz daha özen gösterse üretimi arttırabiliriz’’ dedi.
‘’Arkadaşlar, işte Ahmet gibi olmanızı istiyorum’’ dedi, sarışın müdür.
Ahmet’i düşündüm. Ona daha fazla para vermeyeceklerdi ama daha çok iş yaptıracaklardı. Ben yapmazdım. Hiçbir işte yapmadım. Ah Ahmet diye geçirdim içimden, zavallı Ahmet! Ne kadar da aptaldı, ne kadar da kördü. Kendisi için anlamsız ve ölümcül olduğunu nasıl da görmüyordu? Acaba hiç Bukowski okumuş mudur diye geçirdim içimden ya da Fante ya da Kafka, Camüs, Hemingway, Dostoyevski ya da her neyse. Müdürlerin de okumadığını düşünüyordum. Sarışın müdürü şöyle bir süzdüm. Ruhu yoktu. Gözleri boştu. Anlamsız. Çişi gelmiş gibi bir hali vardı. Çişi gelmiş ve saatlerdir tutuyormuş gibi daha doğrusu.
Kadın, fabrikadaki kontrolör olarak çalışan işçilerden bahsedip, onların işlerinin ne kadar zor olduğunu anlattı bir süre. Bizim işimiz çok kolaymış gibi ve sanki bir anlam ifade ediyormuş gibi. En azından benim için ifade etmiyordu. Onların omuzlarında ki yükü azaltmak için gece vardiyasında üretilen malları bizim kontrol etmemizi istedi. Emretti daha doğrusu. Ahmet itiraz etti.
‘’Ama Tülin Hanım, bazı mallar dakikada 20 adet çıkıyor, onları kontrol etmemiz mümkün değil.’’
‘’Gündüz vardiyasında çalışanlar bunu yapıyorlar, onlardan sizin neyiniz eksik, onlardan daha aptal değilsiniz ya, onlardan daha beceriksiz değilsiniz ya’’ dedi, gözlerini belirterek ve vurgusunu yine sertleştirerek.
‘’Ama, ee… onların…’’
‘’Tamam, Ahmet. Biz yönetim olarak karar verdik. Size uygulamak düşüyor. Uygulayamam diyen olursa, kapının yolunu üzülerek göstermek zorunda kalırız.’’
‘’Aslında yapılabilir’’ dedi Ahmet.
Zavallı ancak bu kadar dayanabildi. Diğerlerine baktım aralarında konuşuyorlardı.
‘’Evet, yapılabilir’’ dedi biri.
‘’Biraz zorlar ama hallederiz, evvelallah’’ dedi bir diğeri.
‘’Umarım halledebiliriz’’ dedi yanımdaki bana.
‘’He’’ dedim ona.
12 saat çalışıyor ve tehditle, hakaretle ödeniyordu emeğinizin karşılığı. O sarışın kaltağın maaşını ben ödüyordum, beni tehdit etsin diye miydi? Anlaşılan, bu durumun sadece ben farkındaydım. Yanımdakiler onlardan korkuyorlardı. Hayat şartları, faturalar, kira, mutfak ve çocuk masrafları vardı. Bu onları köleleştiriyordu. Hayır, asıl neden bu değildi elbette. Korkaklardı. Cesaretleri yoktu. Nefret ediyorlardı orada olmaktan. Ama yarın akşam yine yüzlerine o aptal gülümsemeleri takınacaklardı. Hiçbir şey yokmuş gibi. Hiçbir şey olmamış gibi. Ölen kişilikleri ve heba ettikleri zamanlar kendilerinin değilmiş gibi. Hepsinin yüzünde aynı anlamsızlık ve teslimiyet vardı. Emekli olmak için can atıyordu hepsi. Emeklilik yaşlılıktı. Bunun farkında değillerdi. Emekli olunca huzurlu olacaklarını düşünüyorlardı. Yanılıyorlardı. Emekli maaşlarını alır almaz, hastanelere, doktorlara, ilaçlara, gözlüklere, takma dişlere, çük kaldırma haplarına yatıracaklarının farkında değillerdi. Ve bunların hepsini, yaşamaktan korktukları ve başkasına harcadıkları zamanları yüzünden yapacaklardı. Ve bu durumu kendilerine asla itiraf edemeyeceklerdi. Tanrım diye geçirdim içimden sanırım adam akıllı sarhoş olmam lazım.
‘’Arkadaşlar, arkadaşlar aranızda konuşmayı kesin lütfen’’ dedi, sarışın kaltak.
Herkes sustu.
Sessizlik.
Diğer müdürler konuşmaya başladılar. Fabrikanın vizyonundan, misyonundan, gücünden, bizleri nasıl mükemmel şekilde istihdam ettiklerinden falan söz ettiler. Bir an önce bira içmeliyim, dedim içimden. Makine mühendisi olan tipe baktım. Top sakalı vardı. Top sakallı tiplere karşı bir önyargım vardır. Soğuk gelirler bana. Pek sevmem top sakallı tipleri. Bana bakıyordu. Gözümü kırparak kafamı hafifçe sağa sola salladım. ‘’Ne var a.cık ağızlı’’ demek istediğimi anlamış olacak ki kafasını başka yöne çevirdi. Ne düşündüğünü merak ediyordum. Ama benim ne düşündüğüm daha önemliydi. Biraları düşünüyordum. S.kmişim vizyonunuzu, diye geçiriyordum içimden.
Sonunda bütün müdürler ve ustabaşı konuşmalarını ve hakaretlerini ve tehditlerini savurduktan sonra toplantı bitti.
‘’Tamam, şimdi evlerinize gidin ve uyuyun. Akşam hepinizi çakı gibi görmek istiyorum’’ dedi, Tülin Hanım.
Yaklaşık 1 saat sürmüştü toplantı. 12 saat çalışmıştık ve 1 saat onların içlerini boşaltmalarını beklemiştik. Gece karısını düzemeyen müdür bizden almıştı hıncını. Sarışın, 10 yıldır bir erkekle yatmıyordu. Mühendis a.cık görmemişti henüz. Neye benzediğini bile bilmiyordu. Hepsinden şanslıydım. Ne hatunlar becermiştim ama. Beni iş üstündeyken görmelerini çok isterdim. Küçük dillerini yutarlardı. Nasıl yaladığımı görseydi o sarışın, altıma yatmak için yalvarırdı. Top sakallı mühendis hemen otuz bire başlardı. Karısını düzemeyen müdür, benim nasıl düzüştüğümü görseydi kahrolurdu. Hiçbiri becerdiğim hatunları hayal bile edemezdi. Birçoğunu ben bile hayal edemezdim. Ama oldu işte. Şans. Topuklu ayakkabıları olan kadınlar, jartiyerleri, kombinezonları, file çorapları, geniş baldırları ve doyumsuz kıçları olan kadınlar. Böyle kadınlardı, benim burada ne işim vardı? Yazar olmaya çalışıyordum. Yazacağım bir sürü şiir, öykü, yüzlerce roman vardı. En çok yazan yazar olmaktı istediğim. Ama haftada 3 gün, günde 2 saat ancak yazabiliyordum. Ruhum eriyordu. Ölüyordum. Erken emeklilik.
Dışarı çıktık. Bir sigara yaktım. Ahmet’e baktım, sigarasını havalı bir biçimde yakışını seyrettim. Nasıl da memnundu halinden. İlk dumanı üflerken yüzündeki o mağrurluğun nedenini anlayamadım.
‘’Kimse konuşmadı, benden başka’’ dedi sırıtarak.
Yaptığının çok saygın bir şey olduğunu sanıyordu. Ne yapmış olduğunu hatırlamaya çalışıyordum. Aklıma hiçbir şey gelmedi. Hemen toz oldum oradan.
Eve gidip, yatağıma girdim. Müdürlerin yüzleri gözümün önünden gitmiyordu. Sesleri kulaklarıma mühürlenmişti adeta. S.ktiğimin işi, diye düşündüm ve uyumaya çalıştım.
Uyandığımda, mesaime 3 saat vardı. Kalkıp giyindim. Evden çıkıp, en yakın bara attım kendimi. Patates kızartması, tost ve bira söyledim. Mükemmeldi. Sonra ikinci biramı içerken saate baktım bir saat 45 dakika vardı mesaiye. Fabrikaya yaklaşık 10 dakika uzaklıktaydım. Bir buçuk saat daha içebilirim diye düşündüm, üçüncü biramı söylerken.
Sesleri ve yüzleri anımsadım tekrar. Her emirlerine itaat edeceğimizi düşünerek nasıl da kendilerinden eminlerdi. Nasıl da biz hiçtik. Onlar mükemmeldi. Vazgeçilmezlerdi. Bulunmaz Hint kumaşı gibiydiler. Bizim sokaktaki köpekten farkımız yoktu onların gözünde. Benim gözümde de onların öyle.
Garson kız enfes bir sarışındı. Yirmilerin sonunda gibi gösteriyordu. Bir el hareketiyle yanıma çağırdım. Ve bana doğru gelen çarpık bacakların üstünde, yerinde duramayan vücudu izlemeye başladım. Bacakları çok çarpık değildi. Belki de çarpık bile değillerdi. Ama yürüyüşü bir garipti. Kıçı acayip sallanıyordu. Üzerinde bira reklamı olan, dar ve beyaz gömleğin içinden fışkıran memeleri enfes gözüküyordu. Beli düzgündü. Basenleri ve memeleriyle uyum içindeydi. Atkuyruğu sarı saçlarıyla tam tamına aradığım bir kadındı.
‘’Buyurun efendim.’’
Naif, kırılgan ve hanımefendi bir tebessüm vardı yüzünde. Başka bir dünyada yaşıyordu. Acı nedir bilmiyordu, daha önce hiç sevgilisi ölmemişti. Benim iki sevgilim ölmüştü. Birisini uyuşturucudan, diğerini de trafik kazasından kaybetmiştim. Şimdi ikisi de Kimsesizler Mezarlığı’ndalar. Her neyse, bu başka bir hikâyenin konusu…
‘’Hesabı alabilir miyim?’’
‘’Tabii, efendim.’’
Arkasından baktım. Gerçekten harikuladeydi. Daha önce böylesini görmemiştim. Böylesiyle hiç yatmamıştım.
Hesabımı getirirken yine harikulade vücudunu izliyordum.
‘’Buyurun.’’
Uzattığı deri kaplı kutuyu alıp adisyona baktım. 8 bira, tost ve cips yazıyordu. Hesabı ödeyip, o enfes hatunu orada bırakıp fabrikaya doğru yürümeye başladım. Sarhoş olmuştum.
Fabrikaya vardığımda beş dakika geç kalmıştım. Hemen kartımı okutup makinemin başına gittim. Herkes sarhoş olduğumu anlamıştı. Usta yanıma gelip;
‘’Sarhoş musun sen?’’ diye sordu.
‘’Evet’’ dedim.
‘’Bak bu şekilde olmaz.’’
Karısını düzemeyen müdür ve sarışın kaltak nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde yanımda bittiler. Sarışın müdür bana lağım faresiymişim gibi bir bakış fırlattıktan sonra;
‘’Sen’’ dedi,’’ sen sarhoşsun.’’
‘’Evet.’’
‘’Kimseyi bu şekilde çalıştıramayız.’’
‘’Herkes benden daha fazla sarhoş’’ dedim,’’ buradaki herkes.’’
‘’Kimse sarhoş falan değil, burada ki tek sarhoş sensin’’
‘’Öyle olsun.’’
‘’Kovuldun.’’
‘’Üzüldüğümü söyleyemeyeceğim.’’
‘’Makineyi kapat ve git.’’
‘’Makineni kendin kapat, ben gitme işini hallederim.’’
‘’Defol’’
Bir kahkaha attıktan sonra müdürlerin ve ustanın önünden geçip, soyunma odasına doğru yollandım. Hemen önümde ki makinede Ahmet çalışıyordu. Bana kızmış bir hali vardı.
‘’Onlara haddini bildirdim moruk’’ dedim Ahmet’e.
‘’Aptalsın sen, bir daha böyle işi mumla ararsın.’’
‘’Para her şey değildir dostum.’’
‘’Para olmasa çocuklarıma bir gelecek veremem.’’
‘’Bak dostum’’ dedim,’’ çocuklarına önce özgürlüklerini öğretmelisin, onlara verebileceğin en önemli şey budur.’’
‘’Ne saçmalıyorsun? Ayyaşın tekisin sen.’’
‘’Çocuklarına özgürlüklerini ver diyorum’’
‘’Para olmasa veremem.’’
‘’Özgürlük’’ diyorum Ahmet’e,’’ Özgürlük, cesaret ve haysiyetle var olur. Parayla değil.’’
Sarışın müdür arkamda bitip;
‘’Hem sarhoşsun hem de işçilerimi işinden mi alı koyuyorsun?’’ diyor.
‘’işçiler senin değil, senin maaşını onlar ödüyor.’’
‘’Defol git, Ahmet sende derhal işinin başına’’ diye bir fırçalıyor Ahmet’i,’’ tabii, onunla gitmek istemiyorsan.’’
İşte öldürücü darbe diye geçiriyorum içimden
‘’Özür dilerim Tülin Hanım’’
Ahmet arkasını dönüp, koşarak makinesinin başına geçiyor. Bende ceketimi alıp, harikulade garson hatunun yanına, gömleğinden fışkıran memelerine, harikulade vücuduna ve bu dünyaya ait olmayan hanımefendi yüzüne dair eylemsizliklerin verdiği acılı zevki yaşamaya gidiyorum.
Online satın alabileceginiz adresler;
http://www.pandora.com.tr/urun/ocak-ayindaki-karasinekler/317450
Twitter: @aykiri_engin
Sayfa Sayısı: 159
Baskı Yılı: 2013
Yayınevi: @SokakKitaplari