Eski bir budist geleneğinde sevgiyi arıyor ve bulamıyorsanız yapmanız gereken bir tütsü yakmak ve koku dağılana kadar oradan ayrılmamaktır. Böylece kokunun yani sembolize edilen sevginin merkezine ulaşırsınız. Günümüzde bu gelenek etkili olur mu bilinmez ama, sevginin merkezine ulaşmak bir yana yakınından geçmek olasılık sız görünüyor. Günümüz dünyası, kadın erkek ilişkilerinde sevgiyi metalaştırmış ve insanın kalbinde olan bu soyut kavramı madde haline getirerek dönüştürmüştür. Öyle bir hale gelinmişki artık ilişkiler çelişkiyle eşdeğer olduğunu bile bile sırf anları toplayabilmek ve farklılık için çok kolay bir şekilde hayatlara girilebilmekte ve sonrası umursanmamakta..Özellikle kazanma bilinci olmadan sahip olmayı deneyen ve ortaya biranda her şeyi bilenler olarak çıkan insan yığınları tüketmede sınır tanımayarak bunu rasyobellik ile tanımlamaktadır. Geleceği için kaygı duyan bu insan gurupları ben odaklı çevrelerinde ben odaklı ilişkilerinde ben odaklı yaşayabilmektedir. Bu korkunç çağın en önemli limiti maddecilik olurken şehirlerde insanların ölümü, zorunlulukları ve daha birçok önemli kavramları şımarık çocukların ellerinde bir lego gibi ayrılıp birleştirilmektedir. Bu işleyen ve sonu olmayan kavram kargaşası da değerleri olan insanlar yıpranmakta ve acı çekmekte olsalar bile yaşamaktadırlar. Peki nedir bizi biz yapacak bu kaosun ve acının hükümranlığında, bizi gerçek anlamda yaşatır kılacak nedir?Bir tütsü yakıp İstanbul”un ortasında beklemeli miyiz yoksa.. Elbette buda bir seçenek ama, bu sorgulayışın cevabını tarih bize göstermiştir ve o da elbette değerlerdir. Ve değerleri olan insanlar her zaman değerlidir…