Üç kadın
baktı geceye
bir vapurun kamarasından
üçünün de yaş düştü gözlerinden
üçü de gizledi yaşını birbirinden
çıktı mendiller
üçü de sildi birbirinin yaşını
ve salladılar mendillerini
gidene
kadın
yürüyordu kumsallarda
serin miydi yazlar bu kadar
üşür müydü deniz bile
sever miydi böylesine yerini acı
bıraktı saçlarıyla kendini kumlara
vuruyordu deniz kapalı maviliklerine
kolaydır gizlemek gözyaşlarını
alıştıysan
rahattır kaçmak kendinden
alıştıysan
ama ya bir gün
kendinden kaçarken kendine
yakalanırsan
bir at gelse uzaklardan
binip gitse
acı da unutsa kendini kumlarda
ne olurdu ?
kadın
oturuyordu
günbatımı ışıkları
vuruyordu bankın kenarına
martılar çığlık çığlığa İstanbul
yalnızlığı da oturuyordu onunla beraber
insanlar görmez
için de bütün şehir yansa da
insanlar duymaz
müzik kulağında kulağından kalbine
gürültüsü vapurun düdük sesi İstanbul
geçmiş geçseydi adı gibi
ne olurdu ?
kadın
bakıyordu geceye
sırlarını kucağına gömdüğü geceye
bazen susardı
kendinden bile saklardı
bazen de haykırırdı ne varsa içinde
geceye şükran
saklardı gece
bir de şiirlere şükran
taştıkça akardı şiirlere
ah bir sefer
bir sefer
şiirler de aksaydı
bir güzel kalbe
dondu kaldı dudağında ”ay ışığım” sözü
bulsaydı gönül dengini
ne olurdu?
Üç kadın baktı
geceye
gülümsemelerinde huzur
gözlerinde bir parıltı
bilirsin en güzel parıltılar
en gerçek gülümsemeler
büyük hüzünlerden
dev yıkımlardan
sonra gelir
…