Sarıhüzün diyarında bilinmez bir mevsim.
I
Ancak
Güneş
neşe gülüşlü bir dağ tacı.
Bulutlar onu süsleyen
birer beyaz sim.
Tanrı bir kürede saklar
bu mevsimi,
avuçlarında tuttuğu.
Göğünde tinsel esinler salınır
bu mevsimin,
Tanrı’nın nefesinden soluduğu.
Parıldar çiçekleri bu mevsimin
kristal içinde iyilikler saçtığı,
büyüler başka bir âlemden
nur gibi dökülüp bu donuk sarı tansığı.
Kimselerin bilmediği bu mevsimde
—ben bilirim—
tenine sürerek sabah yelini
göğün üst katlarında
Tanrısal bir mavi ile arınmış.
Erguvan, karanfil, kasımpatı, begonya…
Bilir bütün çiçeklerin dilini.
Çiçekler onu gökten düşmüş
Çiçek Ana sanırmış;
çiçeklerin Meryem’i.
Arındırır
boynundan süzülen erdem
semayı ve yer küreyi.
Kıskandırır
mermer bir sütundan
akıp giden her katreyi.
Damıtıp saflığı kır kokulu beyaz bilekleri
beslerdi
sevinç yüklü çiçekleri
çiçeklerin Meryem’i.
II
Typhon uyandı
cehennem çukuru Etna’da.
Yükseldi.
Döküldü omuzlarından dağ.
Tüm bedeni eriyordu;
Bu, başından süzülen
ateşten bir seldi.
Eşeledi
üzerinde kızıl lav akan
kara toprağı.
Çekip çıkardı
kara kızıl mızrağı.
Öfkeyle
yerle yeksan eyledi yanardağı.
O, yer çukurundan gök kubbeye uzanan
kara bir eldi.
Zifiri bir gecenin
—şafak sökerken
sıyırıp göğün karasını—
kızıl bir güne dokunduğu sabah
tuzağa düşürdü çiçeklerin anasını.
Tüm mevsimde yankılandı acı bir ah,
her çiçek hissetti yarasını.
Typhon saplayıp mızrağın ucunu
çiçek ordusu uyurken
avladı o gönül kuşunu.
Kara bir perde çekildi
göğün mavisine yekten.
Kül yağmuru dökülüverdi
gök kubbeden kuru sepken.
III
İrem’den çiçekler doğurdu
kara kızıl mızrağın ucuna
çiçeklerin Meryem’i.
Sıyırıp tüm bedeninden
saflık ve erdemi.
Coşkun bir ırmak gibi
çağlardı Güneş Bekçisi.
Çatlardı dağın damarlarından
Ültibe’de bir milis gibi,
çiçek ordusunda antimiliter kahraman.
Korurdu Meryem’i
mekânlardan, karanlıktan,
kin kusan ruhlardan,
kara sürülmüş zamanlardan.
Şimdi
kara çiçekler patladı topraktan.
Öyle çirkinleşti ki
çiçeklerin Meryem’i,
İrem kirlendi,
çiçekler kaldı öksüz
her güz.
Öyle lanetledi ki
Tanrı,
Meryem’i,
ürktü karanlıklarda ifrit.
Taptı
kaburga kemiğine Lilith.
IV
Çiçek ordusu toplandı:
“Ültibe
Meryem’siz daha saf,
bir deniz köpüğü gibi pak;
Güneş Bekçisi
daha sunturlu,
Poseidon’un heybeti kadar kostak;
Güneş, sönmüş bir dağın tepesinde
daha münezzeh, daha parlak.”
Olabilir miydi?
Olmadı.
Çöktü tüm İrem’e kekre bir sancı.
Dağ çıkarıp başından
gömdü eteklerine tacı.
Çaldı başına kurşun bulutlardan
kara kasvet bir acı.
Güneş Bekçisi
parçaladı tunç göğsünü,
dağıtıp göğün süsü
beyaz simi.
Artık
Ültibe
Sarıhüzün diyarın
kara kasvet bir mevsimi.