Unutma beni çiçeğini niçin sevmiştimden başlamalıyım sanırım evvelinde, “Mine” isminden dem vurulduğunda biraz bilgi yuvalanmasına sebep olacak araştırmalara girişmiştim. Meğer bahar zamanı açan küçücük ama çok güzel bir çiçek türüymüş mine çiçeği, yine de elliye yakın türü varmış, gölgeyi sever mavi, beyaz ve pembe renklerde olurmuş. Ve meğer diğer adı “unutmabeni çiçeği”ymiş.
Nereden geliyor bu isim diye düşündüm elbet, çünkü bas bas “benim bir hikayem var” diye bağırıyordu. Keza hikayelerde ve mitolojide de sesi yükselen bir çiçek olarak geçiyor Mine çiçeği, Unutmabeni çiçeği,. İsminin araştırması sonucu üç tane efsaneye rastladım. Bu efsanelerden ikisi Almanlara ait, ilkinde deniliyor ki tüm çiçeklere isim verilirken kendisine isim verilmeyen bu küçük çiçek bağırmış : “Ey Tanrım! Unutma beni” diye ve Tanrı da yanıtlamış” Senin adın bu olacak, “Unutma Beni”.
Benim ilgimi daha çok çekmiş olan ikinci efsaneye göre ise, bir şövalye ve sevgilisi Tuna Nehri’nin kıyısındayken sevgilisi nehir kenarında su üzerinde akıp gitmekte olan bir mavi çiçeği çok beğenir ve onu çok şiddetli bir arzuyla ister. Şövalye nehrin hırçın kuvvetli sularına karşın çiçeği almaya çalışır ama bu sırada nehrin sularına kapılarak son bir hamle yaparak çiçeği sevgilisine doğru uzatır ve “Vergissmeinnicht!” (Unutma beni!) diye haykırır.
Sonuncu efsaye göre ise Adem ile Havva cenneti terk ettiklerinde bu çiçek arkalarından haykırır: “Beni unutmayın!”
Öte yandan da ismin kökeni Fransızca’da yaygın olarak “ne m’oubliez” pas (“Beni unutma” veya “Unutma beni”) deyişiyle anılırmış ve bu deyiş İngilizce’ye de geçmiş ve Orta Çağ’dan beri bu çiçek İngilizcede de “unutma beni” anlamına gelen “Forget-me-not” olarak anılmaya devam etmiş.
Ben ise Tuna Nehri’nde geçen hikayesine ithafen sevgiliye uzatılan bu unutulmama gayesindeki çiçeği, hayattan geçip giderken zamana benden katılanları sunabilmek gibi baktım nedense. Nasıl öldüğüm değil de ne yaparken öldüğümün önemine istinaden bir çiçek bırakır gibi bu yaşamdan ayrılmayla ilişkilendirdim Mine çiçeğini. Belki güzel hatırlanmak istedim, belki güzel yaşamak.
Sonra gün geldi bıraktım sevmeyi Unutmabeni çiçeğini. Ve Unutmabeni çiçeğini sevmeyi bıraktığımda, hatalı olduğum nokta imgesi yerine çiçeği sevmeye başlamak ve sevmeyi bıraktığımda imgesini de bırakmaktı. Girdabın çevriminin büyüsünde imgeyi unutup çiçeğe takılır olmuştum, ne muhtemel sevgiliye ne de benim hesabıma göre güzel işlerle buradan güzel göç etmeye, ama çiçeğine. Meğer ben bu çiçeğin o cezbeden ayrılığa sebep olan hallerine takılıp da onu sevemediğimde işaret ettiği anlamlardan da kopmaya gider olmuşum.
Şimdi “unutmabeni çiçeğini artık sevmiyorum” derken ümitsizliğimi beslemiyorum. O ki hedef olmalı belki, belki bir tutku ama ümide ket vuran değil.
Belki güzel olana ilişkin ilgimi yitirdim belki peşinde değilim ve takip etmiyorum ayrık kelimelerin işaret ettiği anlamları, belki sürüsünden ayrı diğer kuşlarla da ilgili değilim artık. Hem çiçeği de toprağında seviyorum diye belki, ama sevgiden ve idealimden geçmiş, geçecek değilim.
Hem düşününce; belki ben, çiçeği değil de onun armağan edilmesini sevmiyorum artık.
kendini bulmak için en sevdiğinden vazgeçmelidir ya insan, ben unutmabeni çiçeğinden vazgeçiyorum, ve işte sonunda, işte sonunda “ben” unutsan, unutsanız, unutulsam da “ben” diyebiliyorum artık.
Hem diyorum ki bir çiçeğiniz olsun toprağında, onu seyirlere dalın kaybolmadan ve bakımını aksatmadan. Sevdiğinize bahçeler sunun yahut saksılar. Önemi yok, yalnızca koparmadan.
Ve her biriniz önce kendiniz “unutmabeni çiçeği” olun, sonra dilerseniz unutmabeni çiçeğini armağan eden. Nacizane benden sözler bunlar, ben öyle yapacağım.
Bunları yazdıktan sonra Kelt mitolojisindeki yerini öğrendim Unutmabeni çiçeğinin; peri hazinelerine giden yolu açtığı, hazinenin saklandığı kayanın kenarına unutma beni çiçeği bastırıldığı zaman, gizli mağaranın kapısının açıldığına inanılırmış.
Önce bizler Unutmabeni çiçeği olalım, koparılmadan sağ kalabilirsek, ve istersek hediyeler sunabiliriz sevdiklerimize.